28 Şubat 2021 Pazar

GERİ DÖNDÜĞÜNDE

 

   "Kapitalizm korkunç bir şey. Bütün dünyayı eline aldı. Her şeyi denetliyor. 

Barış, savaş, açlık, tokluk, her şey ondan soruluyor. Çöküşü korkunç olacak."

MEMET FUAT

(Ölünceye Kadar)


***




   "Sevgililer Günü"nde Texas'ın payına, son 30 yılın en büyük kar fırtınası ve dondurucu soğukları düştü. Elektrik, doğalgaz şebekeleri, internet, telefon sistemleri çöktü, sular kesildi; bu yazı yazılırken hâlâ milyonlarca insan içilebilir sudan, düzenli elektrikten ve gaz servisinden mahrumdu. İnsanlar konutunu ısıtacak olanağa sahip akrabalarının evlerine sığındılar; çoluk çocuk, yaşlı genç aynı mekânı paylaşarak "süper bulaşıcı" ortamlar yarattı. Halen krizin sonucu ölenlerin sayısı 70 kişi dolayında; gelecek günlerde bu sayının bu kez pandeminin etkileriyle daha da artması bekleniyor. Texas enerji sistemini yöneten ERCOT da durumun ne zaman normalleşeceğini bilmiyor. Biden, Texas'ı "afet bölgesi" ilan etti.
   Texas'ı vuran kriz neo-liberalizmin ürünüdür. Üç etken kesişerek bu krize yol açtı: Denetim ve düzenlemeden kaçan bir "serbest piyasacılık". Yalancı ve yanlış medya ortamı. İklim krizi inkârcılığı.
   Dünyanın 9. büyük ekonomisine sahip Texas, kuşaklar boyunca Cumhuriyetçi Parti ve "petrol baronları" tarafından, neo-liberalizmin en denetimsiz biçimleriyle yönetiliyor. Texas, merkezi, federal yönetimin enerji ve çevre düzenlemelerinden kurtulmak için eyaletin elektrik şebekesini ulusal ağlardan koparmış. Bu nedenle şimdi kriz sırasında, başka eyaletlerden enerji ithal edemiyor. Bireyciliği yücelten Cumhuriyetçi Texas, kriz vurunca, Demokrat Biden afet alanı ilan edene kadar kendi başına kaldı. 
   (...)
  ABD muhafazakârlığının, özellikle de enerji sektörünün bir nefret nesnesi denetlemeyse bir diğeri de küresel ısınma söylemidir. ABD'yi Uluslararası İklim Anlaşması'ndan çıkaran "inkârcı" Trump, seçimleri kaybettikten sonra, şimdi iktidarda, İklim Anlaşması'na geri dönmeye, küresel ısınma ve iklim kriziyle mücadele etmeye, bir "Yeşil Yeni Mutabakat" programı hazırlamaya kararlı olduğunu söyleyen Biden yönetimi var.
  Bu yüzden, Texas Valisi Greg Abbott, kriz başlar başlamaz FOX TV'ye çıkıp her aklı başında insanın mantığını kısa devre ettirecek biçimde, "Yaşananlar, Yeni Yeşil Mutabakat anlayışının ABD için nasıl bir felaket olacağını sergiledi" deyiverdi. Kısacası adamın ne gerçekliği kabullenmeye ne de önlem almaya niyeti var. Texas'ta elektrik ve doğalgaz kesikti ama otoriterler "suları kaynatmadan içmeyin" diyorlardı.  
  Neo-liberalizmin müstehcenlik çukurunun dibinin olmadığını da Colorado Belediye Başkanı Tim Boyd'un sözleri sergiliyordu: "Her fırsatta yardım isteyen insanlardan gına geldi. Yalnızca güçlüler hayatta kalacak, zayıflar yok olacak."
  Texas krizinin bir özelliği de Covid-19 krizi fiyaskosunu, "seçimler çalındı" büyük yalanını, 6 Ocak faşist kalkışmasını, Trump'ı Kongre'de aklayan kutuplaşmayı ekleyince, oluşan resmin ABD'nin belediye ve enerji sektörlerindeki, seçim ve sağlık altyapısındaki çöküşü, ekonomisindeki gerilemeyi ve ahlaki çürümeyi sergiliyor olmasıydı. (ERGİN YILDIZOĞLU - Cumhuriyet Gazetesi) 


***




  "Amerika geri döndü"... Böyle dedi yeni Başkan Biden, müjde verircesine... Demokrasi ve özgürlük bekliyordu kendisinden epey kişi, oysa biliniyordu ki, ABD'nin geri dönüşü işgal, savaş, darbe ve bilimum kötülüklerde tırmanma anlamına geliyordu. Örneğin Biden "geri döndük" derken bir başka "müjde"den daha söz etmekteydi: ABD Irak'ta askeri operasyonlarını yeniden başlatma kararı almıştı.
   Yetmedi demek ki Irak'taki yedikleri naneler...
  Biden her zamanki duygusuz yüz ifadesiyle "Amerika geri döndü" diyordu, kıtanın tümüne el koyarcasına. Aynı esnada ABD'nin en büyük eyaletlerinden Texas buzul çağına geri dönmekteydi. Milyonlarca kişi dondurucu soğukta elektrik ve su olmadan bir başlarına kalıvermişti. Birkaç saat değil, günlerce!
  "Amerika geri dönüyordu"...
  Konuyla ilgili haberlere odaklanmadan önce Rusya'daki Yakutsk kentiyle ilgili kısa bir belgesel izliyordum. Sıcaklığın kışın -50'lere kadar düştüğü, -25'in "bahar havası" olarak kabul gördüğü bir kent. Sonra Texas'taki görüntülerle karşılaştım. Orada da şiddetli soğuk vardı ve dünyanın enerji kaynakları açısından en "şanslı" bölgelerinden birinde insanları esir almış, elektrikler kesilmişti. Herkes birbirini suçluyordu ama parmakları en fazla işaret ettiği "aşırı hava koşulları"ydı!
  Yalandı bu, şu ana kadar 47 kişinin ölümüne neden olan "skandal"ın faili doğa değildi elbette.
  Biliyorsunuz, "planlı ekonomi"nin verimsizliğinden, piyasanın en akılcı düzenleyici olduğundan söz edilir hep. Biraz araştırınca, Texas'ın elektrik üretiminde her şeyi ama her şeyi piyasa tanrısına emanet ettiğini görüyorsunuz. Ne akıl ama!
  Üst akıl!
  Eyalet elektrik şebekesini diğer bütün eyaletlerden ayırmış. Aman merkezi olmasın. Sonra elektrik üretimini (diğer eyaletlerde olduğu gibi) özel şirketlere vermiş; sayısız şirket, kimi fuel, kimi kömür, kimi güneş, kimi rüzgâr enerjisi kullanarak elektrik üretir olmuş. Onların, daha doğrusu onların sömürdüğü enerji işçilerinin ürettiği elektriği beş ayrı şirketin dağıtması sağlanmış. Mükemmel rekabet ortamı, girişimci özgürlüğü! Burada da kalmıyor, aboneler kimden elektrik alacaklarına kendileri karar veriyor. Demokratik sonuna kadar anlayacağınız.
  (...)
  Meğer Texas'taki bu sistem "örnek" gösteriliyormuş. Biden "Amerika geri döndü " dediği sırada kontağı kapatıp havaların ısınmasını bekleyen "özel sektör" ülkenin medarı iftiharıymış. Peki sorun neymiş? Sorun, bu şirketlerin arz-talep tablolarını incelemekten altyapı yatırımı yapmayı "unutmaları"ymış. Soğukta elektrik üretimi ve dağıtımı elbette mümkünmüş ama "Amerika geri dönerken" bu şirketler kârlarından küçük de bir bölüm olsa zorlu hava koşulları için gerekli donanıma para ayırmadıkları için milyonlarca kişi ortada kalıvermiş. 
  Nasıl bir alçaklıktır bu?
  Elektrik bir lüks değil yaşamsal bir zorunluluktur. Bunun üzerinden para kazanılması kapitalizmin eğitim gibi, sağlık gibi bir bütün ayıbı, ayıbın da ötesi suçudur. 
   (...)
   Suçlu doğa değildir. 
  Yakutsk'ta -50 derecede evlerde atlet-fanila dolaşır insanlar. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nden kalma bir kazanımdır bu. Sovyetler Birliği'nde evlerdeki ısınma her mahallede kurulan tesislerden gelen sıcak su ile sağlanırdı. Soğuklar başladığında evlere sıcak su verilir, Mayıs ayında kesilirdi. Kimsenin üşüme hakkı yoktu; tek şikayet konusu, fazla sıcak olunca dondurucu soğukta pencereleri açıp temiz havanın keyfini sürmek zorunda kalmalarıydı. Sovyetler Birliği'ni yıkan ekibin şeflerinden Yeltsin hep bunu örnek verirdi, "bu ne israf" diye sızlanırdı. Şimdi abonelerden tonla para alıyorlar ama Rusya hâlâ sosyalizm döneminden kalma merkezi sistemlerle ısınıyor.
  Evet insanların üşüme özgürlüğü yoktu pis kızıl despotların ülkesinde.
  ABD ve diğer kapitalist ülkelerse tepe tepe kullanıyor üşüme, aç ve susuz kalma özgürlüğünü.
  "Amerika geri dönmüşmüş"...
  Siz dünyayı sosyalizm geri döndüğünde göreceksiniz. (KEMAL OKUYAN - soL Haber)






Merhaba!
 

21 Şubat 2021 Pazar

UZAY HİKÂYELERİ

 



   Ay'a ayak basan NASA ekibi dönüşlerinde Türkiye'yi ziyaret etti. Peki neden? Radyo programcısı Jozi Zalma, Ay'a ilk ayak basan Amerikalıların Anıtkabir ziyaretinin hikâyesini anlattı:

   "Geveze" adıyla uzun yıllardır radyo programları yapan Jozi Zalma, Ay'a ilk ayak basan Amerikalı ekibin 1969 yılındaki Türkiye ziyaretine ilişkin önemli bir ayrıntıyı aktardı.
     Apollo 11 astronotlarından Neil A. Armstrong, Michael Collins ve Edwin E. Aldrin Ay dönüşlerinin ardından 29 Eylül 1969 tarihinde birçok ülkenin başkentini ve farklı şehirlerini ziyaret ettikleri bir dünya turuna başladılar. Bu dünya turunda ziyaret edilecek başkentler ve şehirlerden birisi de Ankara'ydı. Gazetemizin 21 Ekim 1969 tarihli sayısında çıkan habere göre, Apollo 11 mürettebatı 20-22 Ekim 1969 tarihlerinde bu dünya turu kapsamında Türkiye'nin başkenti Ankara'ya gelerek 20 Ekim 1969 tarihinde Anıtkabir'i ziyaret ettiler. 
   "Geveze" Ay'a ayak basan Neil Armstrong ve astronot arkadaşlarının Türkiye'ye geldiklerinde ilk gittikleri yerin Anıtkabir olduğunu anlattı. "Geveze" ayrıca, Atatürk'ün eğitim için yurt dışına gönderdiği ilk Türk mühendisi Necdet Eraslan'ın oğlu olan Arsev Eraslan'ın Apollo 11 için yazdığı yazılım programı ve görevdeki etkin katkılarının astronot ekibinin Anıtkabir ziyaretinde etkili olduğunu söyledi. (Cumhuriyet Gazetesi)   




   Apollo projesinde NASA'yı eğiten baba-oğul Eraslanlar

  -Uzay ve havacılık eğitimi için Atatürk tarafından Paris'e gönderilen, eğitimini başarıyla bitirerek ülkesine dönen, Türkiye'nin ilk uçak mühendisi, ilerleyen yıllarda kurulacak TÜBİTAK'ın fikir babası, Necdet Eraslan... Havacılık alanında başarılı faaliyetlerinin ardından yine Atatürk tarafından bu kez ABD'ye gönderiliyor. Bundan sonrası ise film gibi. Anlatır mısınız? Neler başarmıştır Necdet Eraslan?

   -Necdet Eraslan Türkiye'nin ilk uçak mühendislerinden. Atatürk, Necdet Eraslan'ı 1928'de Paris'e uçak mühendisliği eğitimi, 1937'de Amerika'ya Martin ve Vultee uçaklarını satın alması için yolluyor. Eraslan ABD'de roket eğitimi de alıyor. Hem teori hem pratik tecrübesi ile orada da sivriliyor. 
  1937'de Caltech'te roket eğitimi alırken dünyaca ünlü bilim insanı Theodore Von Karman'ın asistanı olması isteniyor. Doçentlik teklif ediliyor ama Eraslan kabul etmiyor, "Atatürk'e borcumu ödemem gerekiyor" deyip Türkiye'ye dönüyor. 
   Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Makine Mühendisliği bölümünü kuruyor. Türkiye'deki ilk dizel motoru, elektriksiz köy kalmaması için de ilk su türbinlerini yapıyor. Ama Menderes gelince hepsinden vazgeçiliyor. 1960'larda Louisiana State Üniversitesi'nde ders verirken Apollo projesi için NASA personelini eğitiyor. Dizel motorda kompresör teknolojisini geliştirince dünyanın birçok yerine davet ediliyor ve konferanslar veriyor. AGARD'ın Türkiye temsilcisi seçiliyor, hayatını bilime adıyor, vefatından kısa bir süre önce dahi 'mekanizmada benzetişim programı' adında bir keşif yapıyor. Bugün yaptığı ilk dizel motor Yıldız Teknik Üniversitesi'nde sergilenmektedir.



TOLGA AYDOĞAN & ARSEV ERASLAN


   -Necdet Eraslan'ın Apollo 11 projesinde katkı sahibi olduğunu öğrendiğimiz oğlu Arsev Eraslan'ın da ABD'de imza attığı ve günümüzde de kullanıldığını belirttiğiniz projeler var. Burada da dile getirelim.

  -Necdet Eraslan'ın oğlu Arsev Eraslan ise 1965'te Tennessee Üniversitesi'nde doçent olarak çalışırken aynı zamanda Hava Kuvvetlerine bağlı Arnold Space Center'da Apollo 11 projesi için yazılım geliştirir. 1969'daki Neil Armstrong'un ay yürüyüşünün ardından astronotların dünyaya dönüşü için re-entry yazılımlarını ekibiyle birlikte gerçekleştirir. 
   1996'da NASA-Technology Transfer Center'ın başına geçer, baş bilim adamı olur. Adalet Bakanlığı için dünyadaki ilk üç boyutlu yüz tanıma teknolojisini (ILEFIS) hayata geçirir. Suçluları yakalamak için geliştirilen bu teknoloji Prof. Dr. Arsev Eraslan ve ekibi sayesinde günümüzde hemen hemen dünyanın birçok ülkesinde kullanılıyor. 
   Eraslan'lar çok kıymetli bilim insanları olarak karşımıza çıkar. İstikbal Göklerdedir diyen Ulu Önder'in bu gençleri onun vasiyetini yerine getirircesine Apollo 11 projesine katkıda bulunur.
   Yani Ay'a yolculuğun ardında NASA personeline ders veren baba Eraslan ve aynı proje için yazılım geliştiren oğul Eraslan vardı. Bu kitapta da detayları yer aldı. (TOLGA AYDOĞAN - Atatürk'ün İzindekiler / Cumhuriyetin Unutulan Kahramanları - Bilgi Yayınevi, Söyleşi: GAMZE AKDEMİR - Cumhuriyet Kitap)


***



Prof. Dr. DİLHAN ERYURT


   Ay yüzeyine insanlı inişin 51. yıl dönümü 20 Temmuz 2020 günü Google, Türk bilim insanı Dilhan Eryurt için bir Doodle hazırladı. Google açıklamasında, "Dilhan Eryurt.. evrenin sırlarına tuttuğunuz ışık için teşekkür ederiz!" deniliyordu. Bilim kadını Dilhan Eryurt, güneş modeli çalışmaları ile Ay'a ilk iniş projesine yaptığı önemli katkılardan dolayı, 1969 yılında NASA tarafından verilen Apollo Barış Ödülü'nü aldı. O dönem NASA'ya bağlı Goddard Araştırma Enstitüsü'nde bu konularda araştırma yapan tek kadındı.




   NASA ödüllü Dilhan Eryurt, 1973 yılında ODTÜ Fizik Bölümü'ne döndü, Astrofizik Anabilim Dalını kurdu. 1977 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü aldı, 1997 yılında TÜBA şeref üyeliğine seçildi. 1993 yılında emekli olana kadar ODTÜ'de çalıştı. 13 Eylül 2012 günü evinde vefat etti. Dilhan Eryurt'un ölümü, gazetelerde "NASA'daki ilk Türk bilim kadını sessizce veda etti" yazısı ile verildi. 
   Geçmişte ya da bugün, değerini bildiğimiz bilemediğimiz, gurur kaynağımız tüm bilim insanlarının görüyoruz ki en büyük sırları meraklı bir dimağ, azim ve iyi bir eğitim.
  Sayın devlet büyüklerimiz, madem aya, uzaya gitmek istiyoruz, neden üniversitelerimize, bilim insanlarımıza, üniversite gençliğimize bu kadar kötü davranıyoruz? (L. GÜLDEN TRESKE - BirGün Gazetesi)









Merhaba!

14 Şubat 2021 Pazar

AŞKIN BEDELİ

 

   "Tutkuyla âşık olanın ülkesi, sevdiğiyle kendisinden oluşur. Doğrudur. Birbirlerinin sınırı olurlar. Her sınır mayın döşelidir öte yandan." (İCLAL AYDIN - Bir Cihan Kafes)


***


   (...) Yüreğindeki ağrı gittikçe artmıştı Bedri'nin. Duvarlar üstüne üstüne geliyordu sanki. Rakısından bir yudum daha içti. Bir şey söylemeden sendeleye sendeleye ayağa kalktı. Mösyö Lambo'ya seslendi:

   - Mösyö Lambo, bugün hem hesap ödeyip hem veresiye defterine bir şeyler yazayım ha? Benden olsun bu defa kıyak, hep sen bize yaptın.

   Lambo oturduğu yerden okuduğu kitaba ara verip yanıtlarken tezgahın altından veresiye defterini çıkardı:

  - Hay hay Bedri Beyciğim, buyurunuz!

  Bedri, defteri kendine doğru çevirdi. Gözlerini kapadı. Mari'nin yüzü bütün ayrıntılarıyla karşısındaydı işte. Elini sinesine götürdü. Gözlerini açtı. "Seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar" dizeleri döküldü kaleminden...




   (...) Rodos'un tam karşısına düşen tiyatronun manzarası Bedri'nin bu yaşına kadar gördüğü en müthiş manzaraydı. Gözleri öylece fal taşı gibi açılıp kalmıştı. İnsan burayı gördükten sonra geldiği gibi geri dönemezdi. Yeşilin yeşili, mavinin mavisi dünyanın hiçbir yerinde böyle olamazdı. Hissettiği, saçma bulduğu önsezisi haklı çıkmıştı. Mari buradaydı. İskilip'te ilk kez karşılaştığı Çatalkara'nın morunda olduğu gibi buradaydı Mari. Önde dans eder gibi sıra sıra dizilen zeytin ağaçlarının morundaydı. Kimseciklere görünmeden öylece Bedri'nin yüreğine saplanıyordu. Bedri, amfi şeklindeki tiyatronun en üst basamaklarına oturdu. Hışım gibi doluvermişti Mari içine. Özlemden ölmeden Mari ile kavuşturmalıydı Rodos'u. Dizeler kaleminin ucundan değil yüreğinden akıyordu kâğıda. Lambo'nun Meyhanesi'nde ilk mısraları veresiye defterine düşen şiir şimdi tamamlanıyordu...

   (...)  

   - Bodrum'da sana rastladım Mari, aniden, hışım gibi çıkıverdin karşıma Sedir Adası'nda. 

   Mari'nin kalbi yerinden çıkacak gibi hızlı atıyordu. Kesik kesik yanıtladı:

   - Bana mı rastladın?

   - Evet, bu defa zeytin ağacının morundaydın.

   - Yoksa yeni bir şiir daha mı Bedri?

   - Hişttttt! Dinle bak:

   Önde zeytin ağaçları arkasında yâr
            Sene dokuzyüzkırkaltı
            Mevsim Sonbahar
   Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
            Dalları neyleyim
   Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim
           Yâr yâr... 
   Seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar
   Değirmen misali döner başım
   Sevda değil bu bir hışım
   Gel gör beni darmadağın
   Tel tel çözülüp kalmışım
           Yâr yâr...
   Canımın çekirdeğinde diken
   Gözümün bebeğinde sitem var.




   (...) Ölmek değil de bir daha sevdiklerini göremeyeceğini bilmek ve buna katlanabilmek, en zoru buydu. Gidenler bilirmiş meğer bu duyguyu. Bir an pes edecek gibi oldu. Zihni karışmaya başlamıştı. Soluk mavimsi bedenini Bedri'ye yasladı.

   - Hadi bir anı seçelim. Beni ne zaman hatırlayacak olsan o an ile geleyim sana Çebiş, gülerek, iyi ki yaşadık diyerek.

   - Mari, Mari böyle söyleme seni unutabilir miyim?

   - Buldum, o gün ayaklarım yerden kesilmişti. Sevinçten uçup bulutlara karışmamak için zor tutmuştum kendimi.

   - Ben senle hep öyle yaşadım Mari.

   - İskilip'ten döndüğün, beni sınıfa çağırttığın günü hatırlıyor musun?

   - Unutulur mu deli kız, unutulur mu Çebiş...

   - Ne bekliyorsun hadi oku o zaman. Ama yanıma gel. Yeni tabloların için sonra beni hatırlamakta zorluk çekme, hadi gel.

   Bedri, gözlerinden sel olup giden yaşlarla Mari'nin yanına uzandı. Mari'nin buza kesmiş boynunu, yüzünü okşadı...

   (...) Bedri, Mari'nin başını göğsüne dayadı. Çaresizliği sesine vurmuştu. Titreyerek şiiri okumaya başladı...

   Karadutum, çatal karam, çingenem
   Nar tanem, nur tanem, bir tanem
   Ağaç isem dalımsın salkım saçak
   Petek isem balımsın a gülüm
   Günahımsın, vebalimsin.

   Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
   Yoluna bir can koyduğum
   Gökte ararken yerde bulduğum
   Karadutum, çatal karam, çingenem
   Daha nem olacaktın bir tanem
   Gülen ayvam, ağlayan narımsın
   Kadınım, kısrağım, karımsın...

   Bedri, Mari'nin ellerini tuttuğunda parmakları birbirine kenetlendi. Mari gözlerini araladı. Son kez Bedir'ine, Çebişine baktı, gülümsedi ve gözlerini kapattı...

***

   Bedri ne kadar zaman kollarında Mari ile öylece kalakalmıştı bilmiyordu. Ağlamadan, kıpırdamadan, an durmuş gibi, hayat son bulmuş gibi dakikalarca, saatlerce Mari'nin son bakışında donmuştu zaman. Fred kapıyı araladı.

   - Gitti mi?

   Gitti ya gitti... Şimdi Bedri kaldı mı? Yaşayacak mı Bedri?..

   (MÜJGAN TEKİN & VİLDAN TEKİN - Karadut)


***


   "Aşk... Şu kutsal aşk... Bazen aşkın bedeli çok ağır olur. Aşk büyüdükçe büyüyen ve sonunda da ödenemeyecek hale gelen bir bedel. Çaresiz ya aşktan vazgeçersin ya da kendinden." (SOLMAZ KÂMURAN- Boreas, Çanakkale Rüzgârı)







Merhaba!

7 Şubat 2021 Pazar

SEVGİ HAYATIN ÖZÜDÜR

 

"Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek."

SABAHATTİN ALİ


***


   Einstein'ın kızına yazdığı mektupları okurken düşünüp durdum; öyle bir bilim insanı hep sevgiden söz ederken, nasıl oluyor da en gelişmiş ülkelerde bile insanın savaş çıkararak birbirini boğazlaması önlenemiyor? Örneğin şu sözler bir sevdalının ağzından dökülmüyor, benzerine ancak birkaç yüzyılda bir rastlanılan bilim insanının beyninden süzülüp yerleşiyor insanlığın benliğine. 

   Ölümünden 20 yıl sonra açıklanan mektuplarının birinde,

  "İzafiyet kuramını açıkladığım zaman çok az kişi beni anladı, şimdi insanlığa ulaşması için yazacaklarım da bu dünyada yanlış anlaşılma ve önyargıyla çarpıtılmaya mahkûm. Mektupları gerektiği sürece korumanı istiyorum, ta ki toplum şimdi açıklayacaklarımı kabul edecek düzeye gelene kadar. Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var" diyor.

   Sevgi

   Açıklamalarını sürdürüyor:

  "Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor, evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı. Bu evrensel güç sevgidir; sevgi ışıktır onu alıp verenleri aydınlatan... Sevgi yerçekimidir, çünkü insanların birbirine çekim hissetmelerini sağlıyor."

   Şu yargısı ise doğada varoluşumuzun bildirgesi:

  "Eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak, eğer hayatta bir anlam bulmamız gerekiyorsa, eğer dünyayı ve içinde yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi tek ve biricik cevaptır."

   (...)

  "Bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman sevgili Lieserl, sevginin hepsini yendiğini, her şeyin ötesine geçtiğini doğrulayabileceğiz, çünkü sevgi hayatın özüdür." (ADNAN BİNYAZAR - Cumhuriyet Gazetesi)  



***


Saçak altına sığınmış

göçmen kuşun

kar tanecikleri arasında

düşen beyaz tüyünü de 

görebilmek


İşte

sevmek

SUNAY AKIN




Merhaba!