"Gözlemcilik, değerli olanı göz alıcı olandan ayırt edebilmektir."
ÖMER F. OYAL
(Zamanın Lekeleri)
***
(...) Yazmak için ne gerekiyor derseniz; tutku derim ilkten. Sonra merak, sonra dünyayı dost edinmek; insanı anlamak... Her biri bir yolculuktur aslında. Yaşamın size sunabildiklerini algı ve duyularınızın imbiğinden geçirerek yazıyorsunuz. Elbette ki size bu ivmeyi taşıyan birçok neden var. Ama hayata karşı duruşunuz, yaşama sevginiz her şeyin başı. Kaleminizin gölgesi kâğıda dokunduğunda anlatacaklarınız insanın insanda çoğalan sesi olacaktır bir süre sonra.
(...)
Yazmak, farkına vararak görmektir; ayırdında olmak, ayırarak sezmek, sezgileriyle de o ayrı olanların neden niçinlerini sorgulamaktır. Bu, bir yeti midir? Evet!..
(FERİDUN ANDAÇ - Cumhuriyet Kitap)
***
NAZLI ERAY
Yazın dünyasına nasıl adım attınız? Her şey nasıl başladı? Neden yazma eylemini seçtiniz?
Çok eskilere dayanır... Fakat ben seçmedim. İlk öyküm uçan kapıcı Mösyö Hristo'yu yazdığımda ortaokul üçüncü sınıf öğrencisiydim. İstanbul'da, Şişhane yokuşunda, annem babamla Saadet Apartmanı'nda otururken yazdım.
Saadet Apartmanı kapıcısı Hristo'nun güvercin olup Pera'nın üzerinde dolaşarak yaşamının muhasebesini yapmasını, özgürlüğü tartmasını, 12 saatlik bir zaman diliminde yaşadıklarını yazdım. Daha önce hiç öykü yazmamıştım.
Güneşin az girdiği bir evde oturuyorduk. O zamanlar dünya hem çok küçük hem çok büyüktü. Bir tek bakalit telefonlar var, Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi gibi yapıtlar yok, televizyon yok. Sadece Fransa'da Jean Paul Sartre, Albert Camus, Luis Buñuel gibi insanlar gerçeküstücülüğün temellerini atıyorlar ama Türkiye'de hiç bilinmiyor, ben hiç bilmiyorum.
Ama çok okuyan bir çocuktum ve kendimden çok emindim. Hristo'yu hissetmiştim, yazdığım öyküyü beğendim, sonra imza attım altına, katladım, zarfladım, okula koştum, edebiyat kulübünün kapısından zarfı attım. Edebiyat kulübüne alınmamıştım daha önce. Kayda değer biri olarak görülmüyordum. Yazdığım bu öyküyle keşfedilmeyi bekledim. Bir kere bu bile çok fantastik bir şey.
Sonra aklıma şu geldi: "Öyküyü okuyanlar, 'Yahu bir adam güvercin olup uçar mı?' diye düşünüp ya bana deli derlerse?" Çünkü o zamanlar ne büyülü gerçekçilik var ne fantastik öykü...
Derken telefon çaldı, edebiyat kulübüne tesadüfen girmişler, zarfı görmüşler ve okumuşlar. Beni okula çağırdılar. Öğretmenler, öğrenciler beni tebrik etti, sonra da beni edebiyat kulübüne üye yaptılar. Sonra beni bir maroken koltuğa oturttular, tebrik etmeye devam ettiler. O koltukta yazar olduğumu anladım.
Yazdığınız ilk öykü büyülü gerçekçi. Büyülü gerçekçilikle nasıl tanıştığınızı sorayım.
Ben dünyayı bir prizmadan görüyorum. Bu prizma zaten büyülü gerçekçilik. Örneğin, arkadaşlarım arasında en durağan hayat benim hayatım olmasına karşın çocuk kitaplarında çocukluğumu anlatırken olağanüstü, mutlu, büyülü bir çocukluk anlattım. Böyle bir çocukluğu öyle hissetmek, öyle görmek ve öyle yazmak işte bu büyülü gerçekçilik. Hayatı başka açıdan görüp, hissedip yazmak...
Şöyle ilginç bir şey anlatayım: Ben bir çırpıda kitap yazabiliyorum. Türkçe öğretmenim sert bir kadındı. Bir gün kompozisyon konusu verdi. Ben arkada arkadaşımla konuşuyordum. Beni işaret edip "Sen oku" dedi. Elime kâğıdı aldım, bomboş. O an kendi kafamda yazdığım bir kompozisyon okudum, öğretmenin gözleri doldu. "Çocuklar bakın neler yazmış, hayretler içinde kaldım. Tekrar oku tüm sınıf duysun" dedi. Fakat kâğıtta bir şey yazmıyor ki. Bu yüzden sıfır almıştım...
(NAZLI ERAY - Söyleşi: MEHMET S. AMAN / Cumhuriyet Kitap)
***
20. yüzyıl Alman tiyatrosunun en önemli ve etkileyici tiyatro adamı ve lirik şairi Bertolt Brecht'in daha okul yıllarında yazılı çalışmalarında Goethe'den alıntılar yaptığı bilinir. Öğretmenlerinin bütün Goethe sözlerini tanımadığına inandığı için de kimi çalışmasında kendi görüşlerini kullanırdı. Öğretmenleri de bunu fark etmez, öğrenci Bertolt'un Goethe'den alıntı yaptığına inanırdı.
(AHMET ARPAD - Cumhuriyet Kitap)
***
JOSÉ SARAMAGO
Lizbon devlet hastanelerinin idari kısmında düşük bir maaşla kıt kanaat geçinen bir "işçi" olan Saramago'nun 1947 yılında önce kızı doğacak sonra ilk romanı yayımlanacaktı. Taşrada yaşadığı dönemde birkaç ağaç da diktiği için kendi ifadesiyle hayatta yapacak bir şeyi kalmamış gibidir... Çünkü Portekiz'de yaygın bir deyişe göre hayatta üç şeyi yapmadan ölmemelidir: Evlat sahibi olmak, ağaç dikmek ve kitap yazmak.
(EGEMEN BÜYÜKCAN - Cumhuriyet Kitap)
***
Amerikan edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak kabul edilen ve yaşamını geçirdiği yerlere öykülerinde yer veren Mark Twain, 1857 yılında bir süre kılavuz yardımcısı olarak Mississippi Irmağı'nda gelip giden bir buharlı gemide çalıştı.
Kaptanlık sınavlarına hazırlık için çalıştı; nehrin her yerini öğrenmesi iki yılını aldı. Çok iyi öğrendiği bu yerler romanlarının mekânını oluşturdu. 24 yaşında kaptanlık ehliyetini aldı ve Amerikan İç Savaşı çıkıp nehir gezileri yasaklanana kadar nehirde kaptanlık yaptı.
Yapıtlarında Mississippi Irmağı kıyısındaki yaşamı ve farklı sınıflardan insanları betimledi. Toplumsal gerçekleri mizahi bir dille ustaca yazıya geçirdi. Bu gemide ve Mississippi Irmağı kenarında geçirdiği zamanların birçok eseri için ilham kaynağı meydana getirdiği kabul edilir.
Gerçek adı Samuel Langhorne Clemens olan Amerikalı yazar, öykülerinde ırmakta gemilerin seyredebilmesi için gerekli derinliği belirten ve "iki kulaçlık derinlik" anlamına gelen bir gemici terimi olan Mark Twain takma adını kullandı.
Halley kuyruklu yıldızının dünyaya geldiği 1835 yılında Missouri eyaletinin Florida şehrinde doğdu ve 1900 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide kuyruklu yıldızın bir dahaki gelişinde, 1910'da ölmesinin iyi olacağını söylemişti, öyle de oldu! Halley kuyruklu yıldızının dünyanın yanı başından geçişinin ertesi günü öldü.
(Cumhuriyet Gazetesi)
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder