HACER FOGGO
Siz hiç yoksul oldunuz mu?
Ailecek aç yattığınız geceler, evi ısıtamadığınız için mobilya yaktığınız günler, bebeğinize mama alamadığınız için şekerli su içirdiğiniz öğünler oldu mu?
Dipsiz bir yoksulluk sarmalında yaşayan insanlar var Türkiye'de.
Derin Yoksulluk Ağı kurucusu Hacer Foggo'nun yeni kitabı Askıda Hayatlar (Doğan Kitap) siyasetin, yöneticilerin, toplumun görmeyi reddettiği bir kesime yani yoksullara ışık tutuyor.
"İnşaat şirketleri bütün ülkeyi rezidanslarla, alışveriş merkezleriyle, HES'lerle kuşatmış durumdalar. Ülkenin tarihi, kültürel ve doğal zenginlikleri yok edildi, okullar ve hastaneler, kamusal alanlar, sinemalar, sahiller, yaylalar, parklar ve yeşil alanlar ranta açılarak kamunun elinden alınarak özelleştirildi."
Büyük rantlar büyük yoksulluklar getirir.
Yoksulları yok sayan, içinde yaşadıkları imkansızlıkları hor gören, onları aşağılayan vahşi bir sistemin içindeyiz hepimiz.
(...)
Foggo özellikle kadın ve çocuk yoksulluğunun derinleştiğine işaret ediyor:
"Elektrikten tasarruf etmek için çamaşırı elde yıkayanlar, eti, tavuğu, peyniri lüks gıda tüketimi olarak almayanlar, kadın pedi yerine atlet, kumaş parçaları kullananlar, çocuk bezi yerine poşet kullanıp çocuğu erken aylarda tuvalet eğitimine zorlayanlar, çocuğa beslenme koyamadığında okula göndermeyenler, bebeği mama yerine hazır çorbaya alıştırmaya çalışanlar, evin bir odasında lamba açıp aynı odadaki sobanın etrafında akşamları toplanıp orada uyuyanlar, doğalgazı yakmadan battaniye, mont ile günü geçirenler, pazar artıklarını, market önlerinde atılanları toplayanlar, her gün askıda ekmek için fırın önlerinde belli saatleri bekleyenler, temiz su yerine musluk suyunu içme suyu olarak kullananlar, çocuklarına, eşlerine "tokum" diyerek yemek yemeyenler, uzak yerlere, alışverişe, kaymakamlık kapılarına, hastanelere yürüyerek gidenler, sosyal yardımları kesildiğinde azarlanıp terslenseler de o kapıda beklemeyi sürdürenler var."
Türkiye'nin, soğukta, açlıkta, derin bir umutsuzlukta, özetle hayatları askıda yaşayan insanların giderek arttığı akut bir yoksulluk sorunu var. Hacer Foggo, kitabında sorunu ve çözümü en iyi şekilde özetlemiş:
"Derin yoksulluk, "Kimse bizi fark etmez, kimse bizi görmez" diye yakınanların yoksulluğudur. Hak temelli yaklaşım, yoksulluk deneyimleyen insanların "ihtiyaç sahibi" değil, "hak sahibi" insanlar olduğunu savunur.
Türkiye'de yoksulluk sorunu bir insan hakları sorunudur ve ancak bu temel üstünden yürütülen siyasetle çözülebilir.
(ELÇİN POYRAZLAR - Cumhuriyet Gazetesi)
***
ÖNER YAĞCI
İnsanlık tarihi, düşünen, düşündükleri doğrultusunda yaratan, toplumun ve dünyasının dertlerini dert edinen sanatçılarla toplumlara ve dünyaya dert salanlar arasındaki savaşımın da tarihidir.
Sanatçı içinde yaşadığı toplumun ürünüdür. Sanatı, sanatçıyı yaratan koşullar, içinde bulunduğu toplumun koşullarıdır. Toplumdaki değişim istekleri ve değişimler, sanatçıyı da değişime zorlar. Öte yandan toplumları değişime zorlayan da sanatçılardır.
(...)
Düşüncenin çeşitli yollarla aktarımında, içinde bulunulan dünyanın ve bu dünyada yaşayan insanların sorunlarından yola çıkan sanatçılar, bu sorunları yaratanların çeşitli engelleriyle karşılaşır.
Her sanat, kendi çağının, çağındaki yaşama biçiminin izlerini taşır. Her çağ, kendi sanatının niteliğini belirler. Her çağın içindeki yeni arayışlar, her sanat için de geçerlidir.
Emperyalizmin Yeni Dünya Düzeni'nin devlet güçlerinden paraya, silaha, medyaya, markaya kadar tüm araçlarıyla insanlığın her şeyini tükettiği koşulları yaşıyoruz bugün. Varlığını insanların sömürülmesine dayamış olan bu vahşi düzen, insanlığın bilimsel, teknolojik kazanımlarını, kültürünü özgür, demokratik, adaletli bir yaşama dönüştürmesini engelliyor.
Bu "yalan, korku ve baskı düzeni"nin geliştirdiği "tüketim kültürü" insanlığı tutsak alıyor.
Bir insanlık sevdası olan, özgürlük ve ölümsüzlük arayışının çağlar boyunca getirdiklerinin geleceğe taşınmasının en önemli aracı olan sanat, tarihinin en büyük engeliyle karşı karşıya bugün.
Bu koşullara teslim olmak sanata ve sanatçıya yakışmaz.
Yaşadığı dünyanın haksızlıklarına, adaletsizliklerine, yoksunluklarına, eşitsizliklerine karşı olmak sanatın, sanatçıların görevidir. Bu has görev, sanatın onurunu koruma, toplumun öfkesinin vicdanının çığlığı olma sorumluluğunu yükler sanatçılara.
Günümüzde yalanın, tüketimin, magazinleşmenin, korkunun, metalaşmanın, tekelleşmenin, bellek yitiminin yoğun saldırısıyla karşı karşıya bulunan sanatın, sanatçının görevi, kendisini ve yaşamı savunmaktır.
Sanat, sanatçı, varlığını sürdürmek için, bu yalan ve korku düzeninin politikalarına karşı gerçek bir "siper" olmak, gerçek bir "duvar" oluşturmak zorundadır ki bu da sanatın, sanatçının "politikadan etkilenen" olmaktan çıkıp "politikayı belirleyen" bir düzeye yükselmesiyle olanaklıdır.
Yaşadığı dünyanın ve toplumun ürünü olan, aynı zamanda dünyayı ve toplumu değiştirme kaygısı taşıyıp insanlığın sorunlarını dert edinen sanatçı, insanlığın başına bela olan düzenlere karşı olmak zorundadır.
Yaşamı savunan sanatçıların sanatı politikayla iç içe olmak zorundadır.
Sanatçı kimliğiyle politikaya müdahale etmek, sanatsal ürünüyle politik gerçeklerin savunulmasını üstlenmek sanatçının görevidir.
İster istemez "politikanın içinde" olan sanatçı bir seçme yapmak zorundadır.
Ya bu düzene boyun eğen, dolayısıyla dayatılan politik gerçekliği kabullenen bir sanat ve sanatçı: Ki örneği çok.
Ya da başkaldıran bir sanat ve sanatçı: Ki gereksinmemiz bu.
Bu ikisinin arasında bir yol yoktur ve seçim sanatçınındır.
(ÖNER YAĞCI - Cumhuriyet Gazetesi)
***
ÖZDEMİR İNCE
Tehdit edilen yaşam karşısında gerçek şair insan, vatandaş ve şair olarak ne yapabilir, ne yapmalı?
Şu anda şöyle düşünüyorum: ilkin bu kapanı fark edecek kadar zeki ve duyarlı olmalı. Sonra asla teslim olmamalı. Pısmamalı. Gerekiyorsa şiiri bırakıp mekkârelik yapmalı. Ama asla Ortaçağ karanlığına teslim olmamalı. Karanlığı görecek ama karanlıkta da görmeli.
Her zaman olduğu gibi. Şairlerin artık sultan, vezir, paşa, prens, derebey gibi mesenleri (le mécénat, le mécéne, koruyucu, sponsor) yok, aileden zenginlerin dışında tamamı emekçi. Akılları varsa yoksuldan, ezilenden yana olurlar.
(ÖZDEMİR İNCE - Söyleşi: GAMZE AKDEMİR / Cumhuriyet Kitap)
***
Mağrur, azın kıymetini bilen, çokta gözü olmayan, saygıyı ve nezaketi yüreğine mıh gibi çakan ve bu yüzden bu neoliberal ve bireyci toplumda var olamayan insanları yaşama savaşımı...
Dünün de bugünün de yarının da kavgası adalet. Er ya da geç kısa çöpün uzun çöpten hakkını alacağını umut eden insanların yazgısının anlatımı...
Ve öykülerim bu kavgada, kısa çöpü çekeni anlatan, omuz veren tarafta.
(MEHMET S. AMAN - Söyleşi: GAMZE AKDEMİR / Cumhuriyet Kitap)
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder