"Geçmiş, mahkûmu olmadığımız tek şeydir.
Geçmişte dilediğimizi yapabiliriz.
Yapamadığımız ise sonuçlarını değiştirmektir."
JOHN BERGER
(Fotoğraf: EMILIO NARANJO / epa)
***
"Biliyor musun, zaman kelimesi ilk defa dört bin küsur yıl önce kullanılmış. Kökeni Akadlara kadar gider. Muhtemelen onlar da başka kültürlerden devraldılar. Zaman kelimesi çok ağır. Tıpkı tarih gibi. İnsanlar hep parçalara ayırarak hatırlamak istiyorlar bu yüzden. Yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye, olmadı mikro saniye falan. Ama iyi tarafı da var. Böyle parçalara, katmanlara böldüğümüz için basamak basamak geriye gidip, geçmişte yaşadıklarımızı sağaltabiliyoruz. Değiştiremiyoruz ama başka bir açıdan bakıp yaşadıklarımıza verdiğimiz anlamları yumuşatabiliyoruz. Zamanın, insanı olumsuz olaylardan uzaklaştırıp, iyileştiren bir gücü olduğunu düşünüyorum."
(AYŞE ÖVÜR / Botter Apartmanı - Remzi Kitabevi)
***
"Ah," dedi ve Paris Şarküteri'den içeri girer girmez İgal Moreno'yu ahşap sandalyelerden birinde biçare otururken buldu. Kendini, onun hemen yanındaki boş sandalyeye bıraktı. Diğerleri de çok geçmeden birer birer yerleştiler. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Şarküteriye gelen birkaç müşterinin sesi, dışarıdaki hayatın devam ettiğinin habercisiydi. Dışarıdaki zamanla içerideki zaman nasıl olur da böylesine farklı seyrederdi? Ya da devinimin içinde sarkaç misali salınan insanla durgunluğun ortasında kaskatı kesilen insan nasıl aynı zamana, çağa, devre ait olabilirdi? Çok uzakta değil, hemen şuradaki caddede akıp giden saatlerde Paris Şarküteri'nin ahşap masa ve sandalyelerine, porselen fincanlarına, duvardaki kocaman aynasına asılı kalmış dakikaların aynı sürekliliğin bir parçası olduğuna kim inanırdı, bunu dile getirmeye kim cesaret edebilirdi? Az önce neşeyle içeri giren ihtiyar adam bile Madam Bonnet ile sohbeti bir an için bıraksa, masanın etrafına dizilmiş han sakinlerine baksa burada zamanın durduğunu, İgal Moreno ve Lena'nın bedenlerini ele geçirmiş hüzünden pekâlâ anlayabilirdi. Kendi varlığının ait olduğu zaman ile onların içinden geçip gittiği zamanın farklı bir ritimle aktığını görebilirdi. Çünkü hüzün zamanı ağırlaştırır, onu insanın içine işleyen, eşyanın üzerine sinen bir varlığa dönüştürürdü. İyice ağırlaşmış ve akmaya mecali kalmamış zaman ise hüznü katılaştırıp belirgin hale getirir, gözle görülür, elle tutulur kılardı.
(BAŞAK BAYSALLI - Sarkaç / Everest Yayınları)
***
"Her şeye rağmen şimdiye dek yaşadıklarımıza, bildiğimize tutunmaya çalışıyoruz,
geçmişimizden başka bir şeyimiz yok. Tutunacak başka bir şey yok."
(ÖMER F. OYAL / Gemide Yer Yok - Yapı Kredi Yayınları)
***
"Geçmişin bize iyi gelmesi belki de gelecekten korktuğumuzdandır."
(FARUK DUMAN / Sus Barbatus! 1 - Yapı Kredi Yayınları)
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder