(Mustafa Necati Bey, İzmir'in işgalinden bir gün önce yapılan Maşatlık Mitingi'nde / 14 Mayıs 1919)
1926
M. Necati Bey neşe içindeydi. Mimar Kemalettin Bey planı bitirip getirmişti. Çok güzel olmuştu. Sarılıp öptü. Bugün iki Bakanı ziyaret edecekti. Telefonla ikisinden de randevu aldı.
Önce Maliye Bakanına gitti. Hoşbeşten sonra yanında getirdiği planı masaya açtı. Kendine saray yaptırıyor gibi sevinç içindeydi. Bilgi verdi. Arsanın hazır olduğunu, binayı ortaöğretim öğretmen okulu olarak hızla hizmete sokmak istediğini söyledi. Şiddetle ihtiyaç vardı. Kemalettin Bey'in yaptığı kabaca hesaba dayanarak yapım için ek ödenek istedi.
Maliye Bakanı Hasan Saka'nın bütçe dışı, sürpriz ödeneklere evet demesine imkân yoktu. Devlet kuruş hesabıyla yönetiliyordu. M. Necati Bey'in isteğini reddetti. M. Necati Bey dedi ki:
"Ben Eğitim Bakanıyım. Görevim okul açmaktır. Açamazsam ayrılırım, yapabilen gelir. Siz Maliye Bakanısınız. Göreviniz para bulmaktır. Bulamazsanız siz ayrılırsınız, bulabilen gelir."
Bu söz Hasan Saka'nın yüreğine işledi. Tartıştılar. Hasan Saka sıkı, zorlu, inatçı, dehşetli bir pazarlıktan sonra pes etti, "Peki be birader.." dedi, "..bir çare arayacağım."
Sözünü tutacaktı.
M. Necati Bey Maliyeden çıkıp İçişleri Bakanı Cemil Bey'i ziyarete geldi. Gelir gelmez konuya girdi:
"Sayın Bakanım, biliyorsunuz ilkokul öğretmenlerinin aylıkları yerel yönetimler tarafından ödenir. İçel'deki öğretmenler uzun süre aylıklarını alamamışlar. Öğretmenler Birliği Başkanı durumu bana telle duyurdu. Ben de Valiye tel çektim, aylıkların ödenmesini, yoksa bütün ilkokul öğretmenlerini, aylıklarını ödeyebilecek yerlere atayacağımı bildirdim. Ertesi gün Validen ve Başkandan iki tel aldım. Aylıklar ödenmiş."
Cemil Bey sözün nereye varacağını kestiremeden dinliyordu. Sorun çözülmüştü işte. Necati Bey devam etti:
"Bu Vali öğretmenlerin aylıklarını ödeyebiliyorsa, neden aylarca geciktirmiş? Ödeyecek durumu yok idiyse nasıl bir günde ödeyebildi?"
Bir an durup son sözünü söyledi:
"Öğretmene ve eğitime saygı ve ilgi duymayan bir Vali ile çalışamam. Onu Vali olarak kabul edemem. Gereğini yapmanızı rica ederim."
Cemil Bey Valiyi merkeze aldı.
Haber şimşek hızıyla yayıldı. Para varsa, hiçbir yönetici öğretmen aylıklarını geciktirmeyecekti.
1928
M. Necati Bey telaş içindeydi. Gazi Okulu'nun öğrenim mevsiminin başında açılması için çabalıyordu. Yapı bitmişti. Sınıflar, yatakhaneler, yemek, jimnastik ve toplantı salonları, kitaplık ve öğretmen odaları döşenmekteydi. Bürokratik sorunlar bitmiyor, tükenmiyordu.
Millet Mektepleri için dev bir program yapılmıştı. On binden fazla öğretmenin katılması ve pek çok okulun programını bu etkinliğe uydurması gerekmekteydi. Öğretmen sayısı yetişmezse yeni yazıyı öğrenmiş memurlardan yararlanılacaktı. Afişler bastırıyor, Millet Mektebi öğrencilerine verilecek defterleri, kalemleri hazırlatıyordu. Alfabe ve okuma kitaplarını bastırmak için kanunun kabulünü bekliyordu.
M. Necati Bey bu konuda da Maliye Bakanlığının, kendi muhasebecisinin, levazım şubesinin, personel dairesinin çıkardıkları bürokratik zorlukları aşmak zorundaydı. Kırtasiyecilik, kuralları dar yorumlama, her şeyi maliye yararına yorumlama bir bakanın bile aşması zor engellerdi.
M. Necati Bey sorunları rica ederek, iknaya çalışarak, bağırarak, masaya yumruk vurarak, yakaya sarılarak, kavga ederek, gerekirse korkutarak çözüyordu. Güzel, iyi bir işe yardımcı olmaktan zevk alacak memur sayısı yazık ki azdı. Bunlar güçlük çıkarmayı görevlerinin gereği sanan klasik memurlardı. Kimbilir halka nasıl davranıyorlardı? Ümit, görevi devralacak genç memurlardaydı.
M. Necati Bey hastalanıyordu. Ama hastalığının belirtilerini yorgunluk sanmaktaydı.
1928
M. Necati Bey Bakanlıktan erkence çıktı. Hava almak için ağır ağır yürüdü, Ankara Palas'a geldi. Bir tuhaflığı vardı. Salonun yarısı hanımlarla doluydu. Arka bölüme geçti. Gazeteciler Ankara Palas'ta bekliyor, Meclis'le, hükümetle ilgili özel haberleri buraya gelen milletvekillerinden, bakanlardan, yüksek bürokratlardan derlemeye çalışıyorlardı.
M. Necati Bey'in çevresini aldılar. Bir masaya oturup sohbete daldılar. Ne olup ne bittiğini anlamak için Ankara'ya gelmiş olan gazeteci Nizamettin Nazif Bey "Bütün devrimlerimiz üstyapı devrimleri.." dedi, "..altyapı devrimlerini yapamadık. Sorunlarımızın nedeni bu."
M. Necati Bey doğruldu:
"Toplumsal olayları çözümlemek kolay değil dostum. Hele önyargıyla, ideolojik kalıplara vurarak gerçeği yakalamak daha da zor. Ben sana durumumuzu çok kısa anlatacağım. Altyapı diyorsun ya, onun da bir altyapısı var. Ne o? İnsan. Toplum ilkel, geri, cahil ise altyapı-üstyapı tartışmalarının ne anlamı olur?
Önce insan!"
1928
İsmet Paşa, Gazi'ye telefon etti:
"Tatsız bir haberim var."
"Nedir?"
"Necati Bey'i hastaneye kaldırdık."
Gazi çok telaşlandı:
"Ne oldu?"
"Belli değil. Apandisit olmasından şüpheleniliyor."
"Hastaneye gidelim. Hemen."
Necati Bey Gazi'yi ve İsmet Paşa'yı görünce şaşırdı:
"Niçin zahmet ettiniz? Önemli bir şeyim yok."
Gazi bir iskemle çekip M. Necati Bey'in yanına oturdu. Elini ellerinin arasına aldı:
"Tabii önemli bir şeyin yok. Özlediğim için geldim ben. Bu ara öyle çalışıyorsun ki seni görmek mümkün değildi. Ancak burada yakalayabildim. Çabuk iyileş. 1 Ocakta Millet Mekteplerini birlikte açacağız."
"İnşallah efendim."
"Büyük işler başardın Necati."
"Bu başarıların asıl sahipleri iş arkadaşlarımdır Paşam..."
Ağrısı yüzünden terlemeye başlamıştı. Rahat bırakmak için yanaklarından öpüp ayrıldılar.
1 Ocak 1929
M. Necati Bey bütün yurtta 1 Ocak 1929 akşamı Millet Mekteplerinin açılıp derslere başlanmasını planlamıştı. Her ilde bu çabanın aksaksız işlemesi için kurullar oluşturulmuştu. Bu nedenle 1 Ocak sabahı okullar süslendi. Mesela İstanbul'da binden fazla dershanede dersler başlayacaktı.
Basın 1 Ocak gününü 'eğitim bayramı' diye adlandırdı.
Derslere bu akşam, Ankara'da Gazi'nin ve Bakanların, İzmir'de Başbakanın, İstanbul'da bazı milletvekillerinin, komutanların, taşrada Valiler, Kaymakamlar, Nahiye Müdürleri, Eğitim Müdürlerinin, köylerde ise muhtarın, ihtiyar heyetinin, görevli öğretmenin katılacağı törenlerle başlanacaktı. Köylerde törenler davullu zurnalı olacaktı.
Şehirlerde akşam mümkün olduğu kadar çok okul gezilerek katılanlar kutlanacaktı.
Türkiye'de bayram havası esiyordu.
Gazi yalnız Ankara içindeki birkaç okula uğramakla yetinmek niyetinde değildi. Çubuk'taki okula gitmeyi de tasarlıyordu. Onun da içinde bu büyük günün heyecanı vardı. Oldukça erken uyandı. Berberi Mehmet gelip tıraş etti. Yıkandı. Yatak odasındaki kanepede kahvesini içerken Tevfik ve Rüsuhi Beyler izin isteyip içeri girdiler. İkisinin de gözleri kızarmıştı. Yüzleri bembeyazdı.
"Ne oldu? Bir şey mi var?"
Tevfik Bey kekeledi:
"Şey efendim..."
Bir şey söylemek istiyordu ama cesaret edemiyordu. Gazi kötü bir haber alacağı sezgisiyle toparlandı. Kahve fincanını sehpanın üzerine bıraktı:
"Söyle çocuk!"
"Necati Bey'i.. Ne yazık ki.. Biraz önce hastaneden telefon ettiler.."
Ağlayarak sustu. Gazi can yakıcı bir sesle bağırdı:
"Hayııııır!"
Sonra elleriyle yüzünü kapadı. Sarsılarak ağlamaya başladı...
(TURGUT ÖZAKMAN - Cumhuriyet / Türk Mucizesi-İkinci Kitap - Bilgi Yayınevi)
"Ben, ilk ve belki son defa Gazi'nin acı duyarak ağladığına şahit oluyordum. Milli heyecan duyduğunda veya harp sahnelerini anlatırken de gözlerinin yaşardığını biliyorum ama Necati Bey'in vakitsiz ölümüne ağlaması büyük bir milli değere duyulan acının ifadesi idi."
(AFET İNAN - Tarihten Bugüne)
Saygıyla,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder