27 Haziran 2021 Pazar

ÖLMEK DEDİĞİN NEDİR Kİ?







ŞAİR LEYLÂ SOKAĞI

Payıma düşen toprak parçası
Senin de payına düşer
Ayrılık gayrılık yok
Ölüm nefesinde nasıl olsa
Amma henüz vakit erken
Daha gün
Karşı apartımanın balkonunda
Dur bakalım hele
Ben salata satayım
Şair Leylâ Sokağı'nda
Sen gene koş
Bez fabrikasındaki
Tezgâhının başına
Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
Teselli benim gözyaşımda

RÜŞTÜ ONUR



***



RÜŞTÜ'DEN GELEN MEKTUP

- Oktay Rifat'a -

Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç de güzel değil
Ne sabah var ne akşam

Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim

Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya

Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay'ın
"Hatıralar da dal istiyor
Kuşlar gibi konacak."


MUZAFFER TAYYİP USLU



***


  Şiirleri de yazgıları gibi açıklanmaz bir biçimde birbirlerine benzeyen bu iki şairi bir arada anmak gerekliliğini duydum. Şiirlerinin birbirine benzerliği açıklanabilir bir bakıma: İçinde bulundukları toplumsal sınıf, eğitimlerinin benzerliği, uzun süre bir arada bulunmanın verdiği karşılıklı etkilenme -etkilenme bile değil bu, birtakım şeyleri birlikte bulma, birlikte düşünme- şiirlerindeki benzerliği açıklamaya yeter. Ama yazgıları...
   İkisi de şair kişiliklerini sağlamca kuramadan ölüp gitmişler. Birinin şiiri rahatça öbürüne mal edilebilir. Yalnız bana göre Muzaffer Tayyip, Rüştü Onur'dan biraz daha yetenekli, daha şair.
   (...)
  Ama Muzaffer Tayyip de, Rüştü Onur da daha çok dünyayı tanımanın, dünyayı tatmanın şaşkınlığı ve sevinci içindedirler. Çok şiir okumuşlardır, okumaktadırlar; sağlam sezgileri vardır, yaşamayı severler. Delikanlılıklarının, şiiri delikanlıca sevmenin bütün tatları ve acemilikleri vardır şiirlerinde. İddiaları yoktur. Şiir okumanın ve dünyayı şiirden sevmenin verdiği rahatlıkla, kendilerini etkileyen her konuyu şiir haline getirirler. Tutsun tutmasın. Şiirleri, bir bakıma, alışılmış ölçüleriyle şiir değil, bir çeşit hatıra defteri niteliğindedir; aslında bütün tatları da buradan gelir.
 Muzaffer Tayyip ve Rüştü Onur'un büyük bahtsızlıkları, erken ölmeleridir. Yaşasalardı... ne olurlardı bir şey söylenemez. (TURGUT UYAR - Bir Şiirden)


***


GÜN SONU KONUŞMASI

Hep yaşadığımı hatırlatıyorum kendime,
Diyorum ki işin acele.
Bir gün ne el kalacak tutmak için
Ne yürümek için bacak.
Ne bulutların seyri
Ne de bir hatıra dünyamızdan;
Çünkü hatıralar kuşlar gibi
Dal ister konacak.
Bir gün yaslanmak istersen pencereye
Diz çökmek istersen nafile
İş işten geçmiş olacak.


OKTAY RİFAT






Merhaba!

20 Haziran 2021 Pazar

YAŞAMA SEVİNCİ

 


Tüyden hafif olurum böyle sabahlar

Karşı damda bir güneş parçası,

İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;

Bağıra çağıra düşerim yollara;

Döner döner durur başım havalarda.


Sanırım ki günler hep güzel gidecek;

Her sabah böyle bahar;

Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.

Derim ki: 'Sıkıntılar duradursun!'

Şairliğimle yetinir,

Avunurum.

ORHAN VELİ






   Balyoz Sokak, Gamsız Apartmanı'ndaki atölyesine girdiğinde Bedri Rahmi; Orhan'ı renkli, bol salaş bir gömlek, bol bir pantolon, dağınık halde dalga dalga saçları, kulağına da sigara sıkıştırılmış vaziyette, her zamanki sıcak gülümsemesiyle karşıladı. Boşluğu kucaklar gibi ellerini heybetli gövdesinin iki yanına açtı,
   "Vay Reis, hoş geldin!"
   "Hoş bulduk, Bedros!"
  "Ne iyi ettin de geldin. Haftaya Taksim'de Fransız Konsolosluğunda sergileyeceğim resimler bunlar. İlk gören sen olacaksın sergimi!"
  Orhan gülerek, "E artık resimlerini burada göreceğime göre sergine gelmeme gerek kalmayacak!" diye takıldı dostuna. Atölyeye şöyle bir göz gezdirdi; şövale üzerinde resimler, boya, tiner kutuları, küçük heykelcikler, resim fırçaları... Bu atmosferi görünce ressam olma arzusu belirdi içinde. Kesif bir tiner kokusunun birdenbire ciğerlerine kadar uzandığını hissetti. Durumu kanıksamış olan Bedri Rahmi, buna aldırmadan atölyede bulunan elli civarındaki resmi coşkuyla anlatmaya başladı, "Bak Reis! İşte bunlar Anadolu kilimleri, Anadolu kadınları. Nasıl âşık olmazsın şu Anadolu'nun her bir güzelliğine!"



   "Senin resimlerinde Anadolu'yu görmekle beraber, renklerinin canlılığı ve resimlerindeki yaşama sevinci Matisse'i anımsatıyor bana."
   "Evet Orhancığım!" dedi Bedri, "Senin şiirlerindeki gibi. Resimlerimde yaşama sevinci her zaman vardır. Olmazsa olmazımdır bu. Yaşanır mı hiç yaşama sevinci olmadan?" (ADEM KOCAMAZ - Veli'nin Oğlu Orhan)





Merhaba! 

13 Haziran 2021 Pazar

MÜLTECİ ÇOCUKLARA MEKTUPLAR

 


   DENİZ DUASI*

     Sevgili Mervan,

   Çocukluğun uzun yazlarında, ben senin yaşında bir oğlanken, amcalarınla birlikte şiltelerimizi dedenin Humus dışındaki çiftlik evinin damına sererdik. Sabahları esintide titreşen zeytin yapraklarına, büyükannenin keçisinin melemesine, kap kacağın tangırtısına uyanırdık; hava serin, hurmanın o soluk çeperi rengindeki güneşse doğudan yükseliyor olurdu. Küçüklüğünde seni oraya götürdük. O yolculuktan annenle ilgili hafızama kazınmış anılar var, sana yabani çiçeklerle dolu bir çayırda otlayan inek sürüsünü gösteriyordu. Keşke o kadar küçük olmasaydın. Çiftlik evini, taş duvarlarındaki isi, amcalarınla birlikte bin kere baraj inşa ettiğimiz o dereyi unutmazdın o zaman. Keşke Humus'u benim gibi hatırlayabilseydin. Şehrin o debdebeli tarihî bölgesinde, biz Müslümanlar için cami, Hıristiyan komşularımız için kilise ve bir de büyük pazar yeri vardı, orada hepimiz altın kolyeler, taze ürünler ve gelinlikler için pazarlık ederdik. Kızarmış içli köfte kokan tıkış tıkış dar sokakları ve annenle birlikte Saat Kulesi Meydanı'nda yaptığımız yürüyüşleri hatırlasan keşke. 

     Ama o hayat, o dönem şimdi bana bile rüya gibi geliyor, unutulup gitmiş bir söylenti gibi. 

   Önce gösteriler başladı. Sonra kuşatma. Gökler bomba kustu. Açlık. Cenazeler. İşte bunlar bildiğin şeyler. Bir bomba çukurunun yüzme havuzu haline getirilebileceğini biliyorsun. Koyu kanın, canlısından iyi olduğunu öğrendin. Anaların, ablaların, sınıf arkadaşlarının, beton, tuğla ve açığa çıkmış kirişlerin arasındaki daracık boşluklardan karanlıkta parlayan güneşyanığı küçük yamalar halinde bulunabileceğini öğrendin. 

   Bu gece annen burada Mervan, bu soğuk havada, ayın aydınlattığı kumsalda, ağlayan bebelerin ve kaygı içinde bilmediğimiz dillerde konuşan kadınların arasında bizimle birlikte. Afganlılar, Somalililer, Iraklılar, Eritreliler ve Suriyeliler. Hepimiz gündoğumunu hem sabırsızlıkla hem korku içinde bekliyoruz. Hepimiz bir yuva arıyoruz.

   Bizim hakkımızda davetsiz misafir dendiğini duydum. İstenmeyenleriz. Kötü talihimizi de alıp başka yere gitmemiz isteniyor. Ama yükselen sulara rağmen annenin sesini duyuyorum. Şöyle fısıldıyor kulağıma:

  "Ama bir görselerdi sevgilim. Sahip olduklarının yarısını. Bir görselerdi. O zaman daha nazik olurlardı, elbette."  

   Ay ışığı altında senin yüzüne bakıyorum da oğlum, riyasız bir uykuya kapadığın kirpiklerin kaligrafi gibi. Uyuyorsun, çünkü bana sarsılmaz bir güven duyuyorsun.

   Sana dedim ki, "Elimi tut. Korkacak bir şey yok." Bunlar yalnızca söz. Baba sihirbazlığı derler buna. Ama bu, senin ona olan güvenin, babanı mahvediyor. Çünkü bu gece tek düşünebildiğim, denizin ne kadar da derin, engin ve umursamaz olduğu. Ve seni ondan korumaktan ne kadar da âciz olduğum. Elimden gelen yalnızca dua etmek. Dua ediyorum Tanrı'ya, tekneyi doğru yolda ilerletsin diye, kıyılar gözden kaybolup da bizler kabaran sularda, bir anda yutulacakmışçasına, bir çöp gibi yalpalayıp sallanırken.

   Çünkü sen Mervan, sen değerli bir yüksün, gelmiş geçmiş en değerli yük. Sen babanın gözlerinin ışıl ışıl nurusun. Hırpalanmış kalbinin sultanısın.

   Bunu bilmesi için denize yakarıyorum. İnşallah.

   Ah nasıl yakarıyorum denize bunu bilmesi için.


   *Deniz Duası, Eylül 2015'te Avrupa'da güvenli bir yere ulaşmaya çalışırken Akdeniz'de boğulan üç yaşındaki Suriyeli mülteci Aylan Kurdi'nin hikâyesinden esinlenilerek yazıldı.

 

***




   (...) "Dünya çocuklarına mektuplar" yazmaya başlar artık Deniz. Ülkesindeki savaş nedeniyle çölü yürüyerek geçip Türkiye'ye sığınan Suriyeli Hasan'a yazdığı mektup, dayanışmanın en özel yollarından birini gösterir bizlere: 

   "Sevgili Hasan,

   Doğrusu hiç bilmiyorum insan ne yazar, çölü yürüyerek geçen birine?
  Tebrik mi eder, yol mu gösterir, alkışlar mı yoksa? Bundan sonra ne yapacağını sıralayıp tavsiye mi verir? Sana akıl verecek, yol gösterecek en son kişiyim ben. Zaten senin de buna ihtiyacın yok. İhtiyacın olan en önemli şeye, pırıl pırıl, saf bir umuda sahipsin.
   
   Ben bu mektubu sana, kendini unutma diye yazıyorum..." 

   (NİŞAN MESUT OYARDI - soL Haber)


***



Çalışma: GAZİ ÇAĞDAŞ






Merhaba!

5 Haziran 2021 Cumartesi

UMUT GELECEKTİR


   


 

    Nâzım Hikmet'ten Mehmet Fuat'a:

   "Kitapla hayatı birbirinden ayırma. Ve yalan söyleyen ümitsiz kitaplardan yalan söyleyen ümitsiz olan insanlardan kaçtığın gibi, hatta daha çok kaç..."


    Nâzım Hikmet'ten Orhan Kemal'e:

   "Senin bazı hikâyelerin, yalnız kederli değil aynı zamanda ümitsiz... Realite, bizzat tarihi akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, alacakaranlık, korkunç, iğrenç, rezil, kepaze filan falan tarafları vardır, bu tarafları aksettirmekte en ufak bir ihmal, insanlığı tek taraflı, tozpembe bir ışıkla vermek olur ve realiteden uzaklaşılır... Gelişen şey ise ümitsiz değildir, sevinçsiz değildir. Kederli, mahzun, acılı olmak için sebepler mevcuttur, fakat ümitsiz olmak için tek bir sebep mevcut değildir. Aman evladım, kendini bundan sakın, daha acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. İşte bu kadar."


***


Umut yoktur

Kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek

Çünkü umut kaçınılmaz gelecektir

Bütün gümbürtüsüyle

    Umut kaçınılmaz gerçektir çünkü

Biri Asya'da biterken sözgelişi, Şili'de öbürkü başlar.


TURGUT UYAR





Merhaba!