DENİZ DUASI*
Sevgili Mervan,
Çocukluğun uzun yazlarında, ben senin yaşında bir oğlanken, amcalarınla birlikte şiltelerimizi dedenin Humus dışındaki çiftlik evinin damına sererdik. Sabahları esintide titreşen zeytin yapraklarına, büyükannenin keçisinin melemesine, kap kacağın tangırtısına uyanırdık; hava serin, hurmanın o soluk çeperi rengindeki güneşse doğudan yükseliyor olurdu. Küçüklüğünde seni oraya götürdük. O yolculuktan annenle ilgili hafızama kazınmış anılar var, sana yabani çiçeklerle dolu bir çayırda otlayan inek sürüsünü gösteriyordu. Keşke o kadar küçük olmasaydın. Çiftlik evini, taş duvarlarındaki isi, amcalarınla birlikte bin kere baraj inşa ettiğimiz o dereyi unutmazdın o zaman. Keşke Humus'u benim gibi hatırlayabilseydin. Şehrin o debdebeli tarihî bölgesinde, biz Müslümanlar için cami, Hıristiyan komşularımız için kilise ve bir de büyük pazar yeri vardı, orada hepimiz altın kolyeler, taze ürünler ve gelinlikler için pazarlık ederdik. Kızarmış içli köfte kokan tıkış tıkış dar sokakları ve annenle birlikte Saat Kulesi Meydanı'nda yaptığımız yürüyüşleri hatırlasan keşke.
Ama o hayat, o dönem şimdi bana bile rüya gibi geliyor, unutulup gitmiş bir söylenti gibi.
Önce gösteriler başladı. Sonra kuşatma. Gökler bomba kustu. Açlık. Cenazeler. İşte bunlar bildiğin şeyler. Bir bomba çukurunun yüzme havuzu haline getirilebileceğini biliyorsun. Koyu kanın, canlısından iyi olduğunu öğrendin. Anaların, ablaların, sınıf arkadaşlarının, beton, tuğla ve açığa çıkmış kirişlerin arasındaki daracık boşluklardan karanlıkta parlayan güneşyanığı küçük yamalar halinde bulunabileceğini öğrendin.
Bu gece annen burada Mervan, bu soğuk havada, ayın aydınlattığı kumsalda, ağlayan bebelerin ve kaygı içinde bilmediğimiz dillerde konuşan kadınların arasında bizimle birlikte. Afganlılar, Somalililer, Iraklılar, Eritreliler ve Suriyeliler. Hepimiz gündoğumunu hem sabırsızlıkla hem korku içinde bekliyoruz. Hepimiz bir yuva arıyoruz.
Bizim hakkımızda davetsiz misafir dendiğini duydum. İstenmeyenleriz. Kötü talihimizi de alıp başka yere gitmemiz isteniyor. Ama yükselen sulara rağmen annenin sesini duyuyorum. Şöyle fısıldıyor kulağıma:
"Ama bir görselerdi sevgilim. Sahip olduklarının yarısını. Bir görselerdi. O zaman daha nazik olurlardı, elbette."
Ay ışığı altında senin yüzüne bakıyorum da oğlum, riyasız bir uykuya kapadığın kirpiklerin kaligrafi gibi. Uyuyorsun, çünkü bana sarsılmaz bir güven duyuyorsun.
Sana dedim ki, "Elimi tut. Korkacak bir şey yok." Bunlar yalnızca söz. Baba sihirbazlığı derler buna. Ama bu, senin ona olan güvenin, babanı mahvediyor. Çünkü bu gece tek düşünebildiğim, denizin ne kadar da derin, engin ve umursamaz olduğu. Ve seni ondan korumaktan ne kadar da âciz olduğum. Elimden gelen yalnızca dua etmek. Dua ediyorum Tanrı'ya, tekneyi doğru yolda ilerletsin diye, kıyılar gözden kaybolup da bizler kabaran sularda, bir anda yutulacakmışçasına, bir çöp gibi yalpalayıp sallanırken.
Çünkü sen Mervan, sen değerli bir yüksün, gelmiş geçmiş en değerli yük. Sen babanın gözlerinin ışıl ışıl nurusun. Hırpalanmış kalbinin sultanısın.
Bunu bilmesi için denize yakarıyorum. İnşallah.
Ah nasıl yakarıyorum denize bunu bilmesi için.
*Deniz Duası, Eylül 2015'te Avrupa'da güvenli bir yere ulaşmaya çalışırken Akdeniz'de boğulan üç yaşındaki Suriyeli mülteci Aylan Kurdi'nin hikâyesinden esinlenilerek yazıldı.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder