24 Şubat 2019 Pazar

EY ÖZGÜRLÜK !




Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar kar üstüne
 Yazarım adını

Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş, kan, kağıt veya kül
Yazarım adını

..........

..........

Kapımın eşiğine
Kabıma, kacağıma
İçimdeki aleve
Yazarım adını

Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Sükutun ötesine
Yazarım adını

Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına 
Yazarım adını

Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Ölüm basamağına
Yazarım adını

Geri gelen sağlığa
Kaybolan tehlikeye
Hatırasız ümide
Yazarım adını

Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum
Seni haykırmaya

Özgürlük

PAUL ELUARD
(Çeviri: Melih Cevdet Anday & Orhan Veli Kanık)



PAUL ELUARD
(Fotoğraf: Dora Maar)







   "Özgürlük baylar, özgürlük! 
Özgürlük, kimin elinden alınırsa onu tekrar ele geçirinceye kadar mücadele edecektir. 
Kendisini boyunduruk altına almaya çalışanlara karşı koyacaktır."

JOHN QUINCY ADAMS
(ABD'in 6. Devlet Başkanı)







   MAVİSEL YENER - Cumhuriyet Kitap

   ... Pergamon (Bergama) Devleti'nin son kralı III. Attalos, ardında varis bırakmadan MÖ 133'te ölür, ardında bir vasiyet bırakır: "Populus Romanus bonorum meorum here esto", yani "Roma, mülkümün sahibi olacaktır."
   Attalos, krallığını Roma halkına miras bırakmıştır. Diğer bir söyleyişle ülkenin yöneticisi Roma İmparatorluğu ile anlaşarak Pergamon Krallığı'nı Roma'ya peşkeş çekmiştir. Böylece Anadolu'nun hâkimiyeti Romalılara gümüş bir tepside sunulmuştur. Ancak tam bu sırada Aristonikos ortaya çıkıp vasiyeti tanımadığını açıklar. Aristonikos, III. Attalos'un üvey kardeşidir. Herkesin hukuk karşısında eşit olmasını öngören, vasiyetin geçersizliğini savunan Aristonikos, dünya tarihi için önemli bir hareketin öncüsü olur; Anadolu'da ilk köle başkaldırısı başlamıştır. Bu hareket kısa sürede Batı Anadolu'yu sarar. Kölelerin hiç hakları yoktur, insanlık dışı şartlarda, ağır işlerde çalıştırılırlar. Mal gibi alınıp satılırlar, evlenmeleri yasaktır. Aristonikos'un başkaldırısı, yakınlardaki diğer kentlerden de destek bulup geniş köle katılımlarıyla yayılır. Ege'de bir şeyler olur; krallar tahtlarında rahat değildir, isyanın kendi ülkelerine ve kölelerine yayılmasından korkmaya başlamıştır. 
   Roma, isyanı bastırmak için Anadolu'ya bir ordu gönderir. İzmir tuzlası yakınlarındaki Leukai'de bir savaş yapılır, bu savaşı Aristonikos kazanır, bu zafer köleler arasında büyük bir başarı sayılır. İki yıl sonra Roma, MÖ 129'da Anadolu'ya daha büyük bir ordu gönderir. Manisa-Kırkağaç yakınlarında yapılan savaşı Roma kazanır. Üç yıl süren özgürlük mücadelesinin ardından Aristonikos yakalanıp Roma'ya gönderilmiştir; orada cezası kesilir. Roma için artık Anadolu'nun tüm kapıları açılmıştır...


ARİSTONİKOS

   Sadece özgürlük için değil, sınıfsız bir toplum ve kardeşlik içinde yaşanacak bir Heliopolis (Güneş Şehri) kurmak için mücadele eden Bergamalı Aristonikos şöyle der: "Herkes güneşin ışığından nasıl eşit yararlanıyorsa Güneş İli vatandaşları da tüm haklardan eşit yararlanacaktır." (Güneşe Çağrı-Aristonikos İsyanı / M. OSMAN AKBAŞAK)  










Merhaba!



17 Şubat 2019 Pazar

ÖLÜMSÜZ YILDIZLAR



DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

"Bana çiçek getirin, 
dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin!"
(Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.)

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin getirin... ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

..........
..........

CEYHUN ATUF KANSU






   Ceyhun Ağabey ile Christian Dior... Sanmam ki Ceyhun Ağabey'i şu Ankara'da tanımayan biri olsun. İstanbul'da da öyle. Biliyorsunuz, Ceyhun Ağabey, biz sanatçıların cumhurbaşkanı adayıdır. Christian Dior'a gelince, onun adını duymayan mı kaldı? İşte iki adıbelli kişi. Ceyhun Ağabey şiirleriyle, yazılarıyla ün yaptı. Ülkücülüğüyle de aramızda efsane değerleri kazandı. Hekimdir kendisi aynı zamanda. Bundan yirmi yıl kadar önce Muzaffer Erdost'tan duymuştum: Ceyhun Ağabey yedeksubay okulundayken Altındağ'da bir oda tutmuş, tatil günlerinde arkadaşları gezip eğlenirken o, bakımevi haline getirdiği o odada yoksul kişilerin sağlık sorunlarıyla ilgileniyormuş, karşılığında bir bedel almadan hastalara bakıyormuş. Bunu öğrendikten sonra Ceyhun Ağabey'in şiirine başka türlü bakmaya başladığımı anımsıyorum. Christian Dior ise, bir yerde okumuştum, şöyle ad yapmış; yetenekli bir makastarmış; bir gün Tergal fabrikalarının patronu (aynı zamanda Fransa'nın en çok satan gazetelerinden birinin, L'Aurore'un patronu) olan Bay Pierre Boussac onu çağırtmış, kendisini en büyük reklam olanaklarıyla dünyanın birinciye gelen terzisi yapacağını, bunun için hiçbir özveriden kaçınmayacağını söylemiş, bütün bunlara karşılık, büyük terzi olduktan sonra kendisinden tek bir isteği olabileceğini belirtmiş. L'Aurore gazetesi ve bağlı organları hemen yoğun bir reklam kampanyasına girişmiş. Christian Dior gerçekten dünyanın en ünlü terzilerinden biri olmuş. Sonra da koruyucusunun o tek isteğini yerine getirmiş: uzun etek modasını açmış. Böylece Tergal fabrikaları iki kat kumaş çıkarmaya başlamış... (CEMAL SÜREYA - Şapkam Dolu Çiçekle)








   Octavio Paz'ın bir sözü var, "Gökyüzünde bir yıldız kaysa, parıltısı bir anda tüm dikkati çeker, ama ömrü birkaç saniyedir; bir de ufak ışıltılı da olsa, yıldızlar var, milyonlarca yıldır ışıldayan ve ışıldayacak olan" diye. Diyeceğim şu: Zaman zaman sistem körüğüyle pompalanan "akım"lar, "yıldız kayması" misali gelip geçicidir. İyi olan kalır. Hayatın terazisi şaşmaz. Karacaoğlan televizyonlara mı çıkmış ki, saraylarda mı beslenmiş ki? Ama şiirleri göğün sönümsüz yıldızları gibi gönüllerde ölümsüzlüğe kazılı. Onun döneminin "saray yalakalarını" kim anımsar? (NİHAT BEHRAM - Söyleşi: CANSU FIRINCI, soL Haber)










Merhaba! 





   




14 Şubat 2019 Perşembe

AŞK İLE YAŞAMAK




aşk balkonudur yaşamın
sarkmaksa ta kendisi


MAHİR KARAYAZI









   Mahir Karayazı, öncelikle yaşamı tanımlayarak başlıyor işe. Yaşamı tanımlamaya, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir kavramdan, "aşk" tan başlıyor. "aşk balkonudur yaşamın" diyor. Peki, aşk balkonsa yaşamın kendisi nedir? Elbette, o balkondan aşağı sarkmaktır! Aşk yaşama dâhildir ama onun dışa açılan, aslında ona bağlı olan ama onun dışında kalan bölümüdür. Yaşamın çıkıntısıdır bir anlamda ve yaşamın bütünü, oradan aşağı sarkmaktır. Yaşam aşktır deyip geçemeyiz bu durumda; aşk yaşamın parçasıdır ama aşktan aşağı sarkmayı başarabildiğin oranda "yaşıyorum" diyebilirsin ancak. Balkona çıkmak yetmez, sarkmadığın sürece yaşam süreci tamamlanmamış demektir. Eksik yaşamaktır bu!


ALTAY ÖKTEM









... Yirmi yıl önce karşılaştığımda, yetmiş iki yaşında hoş ve dinç bir adamdı, Mösyö Durand. Tam on yıldan beri, Lyon Garı'nın içindeki muhteşem gastronomi lokantası Mavi Tren'de âşık olduğu kadını bekliyordu.
   Tren istasyonu deyip geçmeyin, Lyon Garı bir başkadır. Çağdaş teknoloji harikası hızlı TGV trenlerinin aerodinamik tasarlanmış sivri ve çelik burunlarını uzattıkları peronlardan başınızı kaldırıp bakacak olursanız, umudun güzergâhını yolculuğuna bile çıkmadan canlandırabilirsiniz kafanızda. İstasyonun duvarları, güneye kalkan trenlerin geçeceği birbirinden güzel diyar manzaralarıyla süslenmiştir. 
   Ama Lyon Garı'nın en hoş yeri, Mavi Tren lokantasıdır.
  Açıldığı 1901 yılından beri dekorunu hiç değiştirmeyen ve tarihi bina olarak kayıtlara geçen lokanta, uçsuz bucaksız büyüklüktedir. 'Altınlı Salon', 'Büyük Salon', 'Tunus Salonu', 'Cezayir Salonu' diye ayrışan mekânlarda yüzlerce kişi, 20. yüzyılın başından kalma bir şatafatla yemek yer. Tüm duvarları fresklerle, büfeleri, masaları eşsiz antikalarla süslüdür ve zamanın en ünlü ressamlarının fırçasından çıkmış kırk beş tablo; Paris-Lyon-Akdeniz seferine çıkan trenlerin uğradığı kentleri konu almıştır.
    Umuda yolculuk için, olağanüstü bir duraktır Mavi Tren.
   Mösyö Durand, kuşkusuz bu yüzden aşka verdiği randevu yeri olarak Mavi Tren'i seçmişti. Otuz yıl aynı yastığa baş koyduğu kadını, on iki yıl önce yitirmişti. Ama ölenle ölünmezmiş. İki yıl tuttuğu yastan sonra, Mösyö Durand'ın yüreğine, evlenmeden önce tanıyıp çok sevdiği bir başka kadının ateşi düşmüştü. Bulup konuşmuştu kadınla. "Birlikte bitirelim" demişti. Kadın ne yanıt verdi, bilinmez. Ancak Mösyö Durand, onu ilk ve son kez gördüğüm 1998 yılında; on yıldır her cumartesi öğle yemeğini Mavi Tren lokantasında yiyor ve ilk aşkının, bir cumartesi günü çıkıp gelmesini bekliyordu.
   Kadın, nerede ve ne kadar zamandır beklendiğini gayet iyi biliyordu. Lokantanın tüm emektar garsonlarının, şef garsonun, müdürün, Mösyö Durand'ın aşk randevusundan haberi vardı. Her cumartesi günü ona aynı masayı ayırıyor, ne yiyip ne içeceğini de biliyorlar; sevip sayıyorlardı Mösyö Durand'ı. 
   Fazla kurcalamadan, gereksiz sorularla sıkmadan ağırlıyorlardı yaşlı adamı. Yanına rahatsız olacağı, gelip geçici istasyon yolcularını oturtmuyorlardı. Ama havadan sudan konuşarak, yalnız bırakmamaya da özen gösteriyorlardı.
  Mösyö Durand, Mavi Tren'in demirbaşı ve beklediği aşk, lokantanın da bir tarihçesiydi. Müşteriden demirbaş, bekleyişten tarihçe olur mu? Meslek müzmin, mesele aşk ise, olur. 
   Acaba Mösyö Durand hâlâ yaşıyor mu?
   Eğer yaşıyorsa 92 yaşında olmalı.
   Acaba beklediği kadın bir cumartesi öğle vakti çıkageldi mi?
   Araştırsam öğrenirim, ama bilmek istemiyorum...
   Çünkü önemli olan beklemek, anlamlı olan beklenmek.
   Mösyö Durand sonsuzluk yolculuğuna çıktıysa eğer, mavi bir trene binip gittiğine eminim.
   Trenler bazen kavuşmak içindir, bazen de ayrılmak. (14 Ekim 2018-Cumhuriyet Gazetesi)


MİNE GÖKÇE KIRIKKANAT



       










Benim can yoldaşım gençlik,
Bak, çekip gidiyorsun sessizce...
Bir eşin de yok hani ardında bıraktığın...
Ve gene biliyorum ki yakında,
Öylesine yapayalnız kalacağım.
Artık dönüp bakmayacak hiçbir hatun,
Olmayacak hiçbirinin gönlünde yerim!.
Zaten bir mermer kütlesine dönmüşken, 
Nasıl bir bakışla benim
Başımda hemen kavak yelleri esiversin?
İşte o zaman duyduğum öfkeyle,
İçimin çölleşmesinden korkuyorum...
Gereksiz bir adam olacağım kısaca,
Yoldaşım olmadıkça gençliğim...
Oysa nasıl da hoyrat dünyamız,
Ve öylesine acımasız...
Ne gelir elden, güle güle diyeceğim,
Çekip giderken gençliğim...
Ama bir isteğim var ondan,
İki erdem bıraksın bana:
Seveyim sonsuzca hoşuma gideni...
Ya da bunu hak etmiyorsa,
Göstereyim ona olan sevgisizliğimi...

(Çeviri: YAŞAR ATAN)



SANDOR PETÖFİ
(Resim: ORLAİ PETRİCH SOMA)













   Uzun yaşamak bir gaye olamaz. İnsanca yaşamak, doludizgin, hesapsız ve geleneksiz bir yaşamak anlam verebilir şu dünyada geçirdiğimiz günlere. Herkes yaşlılığını rahat geçirmek için gençliğini heba edercesine her şeyi yasaklayıp kısıtlıyor kendine. Oysa gençliği ıskalanmış bir hayatın yaşlılığı ne işe yarar ki? Öleceksek aşktan ölelim ulan.



SAİT FAİK ABASIYANIK











14 Şubat Sevgililer ve Dünya Öykü Günü kutlu olsun!



10 Şubat 2019 Pazar

KÖLELİĞE KAÇIŞ








    ... Peki, göçmenlerin büyük çoğunluğunun hangi şartlarda yaşam mücadelesi verdiği, ucuz işçi olarak nasıl sömürüldüğü, hele ki yalnız kadınların ve çocukların başlarına neler geldiği, kuma diye evlenilip köle yapılan ya da fuhuşa itilen kadınların hali, organ mafyasının ve sapıkların ayrıca peşine düştüğü çocukların yaşadıkları ne olacak?


GAMZE AKDEMİR
(Cumhuriyet Gazetesi)





   ...Sovyet sosyalist imparatorluğunun yıkılmasından sonra bilim insanlarından, "Nataşa" damgası vurulan kadınlara, Batı'nın çekici ışıklı kentlerine üşüşen insanlara; sonra kan ve gözyaşı selinden kurtulmak için Nuh'un değil Sandalcı Kharon'un sahte can yelekli, şişme bot, hurda gemilere dönüşen kayıklara istiflenenler eklendi. Eskiden ölülerin ağzına metelik konurdu. Çünkü çatık çehreli, sert, kaba ve pinti bir ihtiyar olan Kharon para almadan ölü ruhları ırmaktan geçirmezdi. Günümüzde de göçtekilerin ellerindeki avuçlarındaki parayı almayı sürdürüyor ölüm tacirleri... (AYGÜN BULUT - Aydınlık Kitap)







   MUSTAFA BALBAY - Söyleşi: Gamze Akdemir

   Aralarına girip onlarla konuştunuz. Can pazarında başlıca nelere tanık oldunuz, o evrende neler esin oldu "Köleliğe Kaçış" ı  yazmanıza? Ve umut denilen duyguyla mesafeleri neydi?

 ... Suruç'taki kampı ilk ziyaret ettiğim gün yağmur yağıyordu. Bir çadırın önünden geçerken dışarıda ipe serili çamaşırlar gördüm. Yağmuru gösterip neden dışarıda tuttuğunu sordum. Sorumdan utandım. Çadırın içini gösterdi. 8-9 metrekarede 6 kişi yaşıyorlardı. Nereye koyayım, der gibi yüzüme baktı. Yağmur dinecek, bir daha yağana dek kurursa kuruyacak, kurumazsa bir yağmur daha yiyip sonra kuruyacak. Böyle bir hayat. Çadırın içinde üç çocuk bir elmayı nöbetleşe ısırarak yiyordu. 
   İzmir'in Basmane semtinde Arapça tabelaların Türkçeden fazla olduğu sokaklarda neler yaşanıyor, inanamazsınız. Dikili-Çeşme hattında sahile minibüsle grup götürme, zodyak ayarlama, denize açılacak zamanı kollama, can yeleği, kimlik ve benzer değerli eşyaları sudan koruyucu kap, sahte pasaport, sahte diploma, sahte kimlik yapımı... Bunların tümünün fiyatı var. Can yeleklerini incelerken içlerinde sünger parçaları olduğunu görünce donup kaldım. Umutla Ege'nin öte yakasına geçmek isteyen insanlar suya düşünce bu can yelekleri onların ölüm yeleği oluyordu. (Cumhuriyet Gazetesi - 12 Ocak 2019)








Roma döneminde bugünkü Suriye, Roma'nın köle ambarıydı. İlkçağlarda Suriyeli olmakla köle olmak eşit gibiydi. Kadere bakın...


MUSTAFA BALBAY












Merhaba!

3 Şubat 2019 Pazar

UMUDUNU YİTİRME




Biliyorsunuz,
verdim ömrümü
en güzel 
en olacak
en olması lâzım şey için.

Fakat çoktur,
-sayılamayacak kadar-
aynı işi benden evvel
-belki de benimkinden büyük bir inatla-
yapanlar.



NÂZIM HİKMET









   ... John Berger: "Tarihte... durmadan yeni felaketler ortaya çıkar. Buna karşılık, yeni mutluluklar yoktur; mutluluk her zaman eskidir. Sadece, bu mutluluğu elde etmek için verilmesi gereken kavganın türleri değişir" der.
   Berger'in de dediği gibi, insanlık tarihinde olumsuzluklar, felaketler, düş kırıklıkları hep olacaktır. Öte yandan, elde edilmiş mutlulukların resmini yapmak için ne boya yeter ne de tuvallere sığar. Çünkü, Moritz Geiger'in de dediği gibi "mutlu olunca en önemsiz şeyler bile renklenir." Öyleyse, bu 'şeylerin' renklerinin derinlikli karanlığın içine dolması için verilmesi gereken çabalar ve kavgalar hep olacaktır. (Prof. Dr. CANER KARAVİT - Aydınlık Gazetesi)









Gün gelir bu işe bu millet de şaşar
Tam kurşun işlemez deminde karanlığın
Bir ateş böceğidir başlar.



CAN YÜCEL










Milletlerin hayatında fırtına esse önüne bir Fırtına Kuşu düşer.



EMİNE AZBOZ
(Kar Kırmızı)










       ÖZDEMİR İNCE: "Sadık Usta ve dünyayı değiştiren düşünürler" 

   ... [İnsanın en büyük handikaplarından biri, gelişmeleri sadece büyük dehaların (felsefe ve siyaset, bilim, kültür ve sanat insanları) zihinsel beceri ve buluşlarına indirgeyen dar görüşlülüğe ve anakronik (zamanı şaşırmış) bir anlayışa sahip olmasıdır. Çoğunlukla zannedilir ki insanlık, büyük dehalar yeterince ileriyi göremedikleri için çok daha ileriye gidememiştir. Bu sorunlu anlayış, kendisini en çok siyaset alanında göstermektedir. Halbuki büyük dehalar da günlük hayatta kullandığımız araçlar gibi belli bazı toplumsal koşulların ürünleridir. Nasıl ki bir aracın ortaya çıkması için önce ona olan ihtiyacın ortaya çıkması gerekiyorsa, büyük dehaların, teorisyenlerin, filozofların ve bilim insanlarının ortaya çıkması da belli bazı koşullara bağlıdır. (...)]

***

   "Henüz çatal ve kaşığa ihtiyaç duyulmayan ilkel yaşam koşullarında bunların icat edilmesini istemek beyhudece bir beklenti olurdu. Nasıl ki 1900'lerin başında bilgisayar, internet, online satış şirketleri olamıyorsa, büyük dehalar da tarihin ihtiyaç duyduğu ilkeleri, teorileri ve kılavuzları ancak toplumlar onlara ihtiyaç duyduklarında ortaya atabiliyorlardı. Bu yüzden her gelişmeyi, teoriyi, felsefi ilkeyi zamanın koşulları içindeki yeri ve anlamı çerçevesinde değerlendirmek gerekir."

***

   Ben ne diyordum? İnsanların ihtiyaçları hep vardır ama bilinçlendikleri zaman solu ve sosyalizmi arayıp bulacaktır. Tıpkı kalemi, diş fırçasını, tekeri, uzay mekiğini buldukları gibi. (Cumhuriyet Gazetesi, 25 Aralık 2018)



ÖZDEMİR İNCE












Merhaba!