Okumayan öğretmen yahut kütüphaneci, yine okumayan pazarlamacının anlattıklarına inanır ve öğrencilerine muhtemelen okumayacakları kitaplardan almasını şart koşar. Bu çembere dahil olan hemen hemen herkes bir şeyler kazanır, ama kaybeden çocuk olur. Okuma alışkanlığı edinemez... Estetik beğenisi gelişmez... Dünyaya eleştirel bakma imkânından mahrum kalır... Dahası, birey olamaz. (NURGÜL ATEŞ - Aydınlık Kitap)
Ortaokul ikinci sınıfta matematik dersinde öğretmen beni tahtadaki matematik problemini çözmeye kaldırıyor. Uğraşıyorum ama yapamıyorum, başımı umutsuzca iki yana sallıyorum. Öğretmen, "Başını sallayacağına tahtaya vur tahtaya" diye kükrüyor.
Üzerinden 60 yıldan fazla geçmiş, hâlâ kabus gibi hatırlıyorum. Dahası, üniversitede felsefe okumaya gelip karşıma psikoloji ve bilim tarihi derslerinde de matematik çıkınca iyice yılıyorum...
... Geçenlerde Zeynep Oral, Münir Özkul'un şöyle dediğini nakletti: "Bırakmıyor adamın peşini çocukluk korkuları... O nedenle, çocukları çok sevmeli, onlara çok anlayış göstermeli."
Olumlu duyguları desteklemeye, olumsuzları safdışı etmeye çalışmak önce okulun ve öğretmenlerin görevidir. Elbette kendileri bu olumsuzlukları yaratmasalar daha iyi olur.
Bu vesileyle, öğrencileri - yaşları ne olursa olsun - öğretmenler hakkında birçok şeyin farkında olduklarını belirtmek isterim. İşte güzel bir örnek: Bütün öğretmenler eğlenceli, mizah duygusu sahibi, kibar, sabırlı, adil olmalı (Kimberley, 11 yaş). Ve çarpıcı bir diğer örnek: Bizim bir "öğretmene öğretme" günümüzün olması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmene bir çocuk olmanın ne olduğunu öğretebiliriz (Jonathan, 10 yaş). (BEKİR ONUR - Cumhuriyet Gazetesi)
Fotoğraf: DİLEK YURDAKUL UYAR
"İlköğretim umum müdürünün aracılığıyla Ankara Hıfzıssıhha Kurumu doktorlarından - daha sonra Adana milletvekili olan - rahmetli Ali Menteşoğlu'nun köye gelmesi sağlandı. Doktor haftada bir gün geliyor, gece kalıyor, çocukları muayene ediyor, iğnelerini yapıyordu. Aynı zamanda köylünün de hastalarına bakan doktor ertesi gün Ankara'ya dönüyor ve bu iş için ücret almıyordu.
Hasanoğlan'da istasyon yoktu.Yedi kilometre ilerde Lalahan istasyonunda iniliyor oradan enstitüye yayan geliniyordu. Enstitünün bir taşıma aracı yoktu. Ali Menteşoğlu'da yayan geliyor ama kendisine sorulduğunda, enstitü sakinlerini üzmemek için vesaitle geldiğini söylüyordu. Bir gün yine aynı şekilde geldiğini söyleyince, ayağındaki çamur gösterilerek pek de vesaitle gelmişe benzemediği söylenince, gülerek 'O kadar da olacak!' cevabını vermişti. Ali Menteşoğlu'nun bu şartlarda gelip gitmesi enstitü mensuplarını fazlasıyla üzüyordu. Bu fedakâr doktora herkes minnettardı.
İdareciler bir araya gelerek bir defaya mahsus olmak üzere 500 lira ücret vermeyi kararlaştırdılar, bordroyu hazırlayıp imza etmesini rica ettiler. Ali Menteşoğlu gülümseyerek 'Siz burada sabah altıda kalkıyor, işe başlıyor, gece 24'te yatıyorsunuz; hatta geceleri de hizmetiniz oluyor. Bu memlekete hizmetlerin en büyüğünü yapıyor, bundan da zevk alıyorsunuz. O halde müsaade edin de bu kuruluşa hizmet ederek haftada birkaç saat de ben zevk alayım,' diyerek bordroyu iade etti. Bu sözleri orada bulunanların gözlerini yaşartmıştı." (MUSTAFA GÜNERİ - Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdür Yardımcısı)
Babam Necati Arslan, Köy Enstitüsü mezunuydu. Denizli'nin geri kalmış köylerinden birinde, Çameli'ye bağlı Kolak'ta doğmuş, okuma - yazma oranının çok düşük bulunduğu köyden okumak için ayrılan ilk çocuk olmuştu. Gönen Köy Enstitüsü'nü bitirip önce öğretmen, sonra da emekli olana dek ilköğretim müfettişi olarak çalıştı.
Bir anlamda, kaderini kendisi çizmiş, yaşamını köklü biçimde değiştirme cesaretini göstermiş, çocuk denecek yaşta köy dışında ayakta kalabilmek için çaba göstermiş, bu konuda kardeşlerine de örnek olmuştu. En sevdiği türkü, "Uçan da kuşlara malum olsun, ben annemi özledim / Hem annemi hem babamı, ben köyümü özledim / Kardeşlerim yolları bilse de gelse..."ydi.
Ölene dek köyüne ve köylüsüne bağlı kaldı ama kültürel olarak da kentli olmanın ve Cumhuriyet değerlerinin her türlü gereğini yerine getirdi. İlerici, aydınlanmacı bir insandı. Aile boyu yapılan ev ziyaretlerinde tanıyarak çok sevdiğim okul arkadaşları da onun gibiydi.
İyi bir kütüphanesi vardı, okumaya düşkündü ve en iyi hediyenin kitap olduğuna inanırdı. Uğur Mumcu'ya, Fakir Baykurt'a, İlhan Selçuk'a, Talip Apaydın'a hayrandı. Bu yazarlar İzmir'de "Fuar"a geldiklerinde mutlaka evdeki herkes için tek tek kitap alır ve adımıza imzalatırdı.
Sık sık, eğer babamın yolu Köy Enstitüsü'yle kesişmese ne olurdu, nasıl bir hayat sürerdi, devamı, yani "bizler" nasıl insanlar olurduk diye düşündüm. Sonunda da kendimi hep, tıpkı babam gibi Köy Enstitüleri'ne borçlu hissettim... (TUNCA ARSLAN - Aydınlık Gazetesi)
"Kâhinler ve müneccimler hiçbir veriye dayanmadan gelecek öngörüleri yaparlar.
Bilimi rehber edinenlerse verilere dayanarak gerçekleri ortaya koyarlar ve toplumların yolunu aydınlatırlar."
EYYÜP ALTUN
Merhaba!