29 Nisan 2018 Pazar

EL TUTUŞA TUTUŞA





   Küresel eşitsizlik hızla artarken, dünyanın en zengin yüzde birinin 2030 yılında küresel servetin üçte ikisine sahip olacağı öngörülüyor. 
   2008 mali krizinin ardından küresel eşitsizlikteki hızlı artış duraksamadan devam ediyor. The Guardian'ın haberine göre 2030 yılına gelindiğinde dünyanın en zengin yüzde biri, toplam küresel servetin yüzde 64'üne sahip olmuş olacak. En zengin yüzde birin servetinin her yıl ortalama yüzde 6 büyüdüğü belirtilirken, geriye kalan yüzde 99'un servetindeki artışın yüzde 3 seviyesinde olduğu bildiriliyor. Bu durumun devam etmesi durumunda 2030 yılında en zengin yüzde birin serveti 140 trilyon dolardan 305 trilyon dolara yükselecek. (soL Haber)








Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...


NÂZIM HİKMET







Açlığın gücü ile fethedeceğiz
Neşe dolu dünyayı. Arkadaşım biz yaratacağız.
Soyguncu - Kral başını eğ, eğil.
Medeni dünya buna hayretle baksın
Biz toprağın kökü olan gücüne.


KAZI NAZRUL ISLAM







Ne kadar çok elimiz varmış meğer
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel işçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana
Tutuşa tutuşa 
Bir orman yangını gibi.



CAN YÜCEL








Merhaba!

22 Nisan 2018 Pazar

ÇOCUKLARIMIZI İYİ YETİŞTİRELİM




   Okumayan öğretmen yahut kütüphaneci, yine okumayan pazarlamacının anlattıklarına inanır ve öğrencilerine muhtemelen okumayacakları kitaplardan almasını şart koşar. Bu çembere dahil olan hemen hemen herkes bir şeyler kazanır, ama kaybeden çocuk olur. Okuma alışkanlığı edinemez... Estetik beğenisi gelişmez... Dünyaya eleştirel bakma imkânından mahrum kalır... Dahası, birey olamaz. (NURGÜL ATEŞ - Aydınlık Kitap)




   Ortaokul ikinci sınıfta matematik dersinde öğretmen beni tahtadaki matematik problemini çözmeye kaldırıyor. Uğraşıyorum ama yapamıyorum, başımı umutsuzca iki yana sallıyorum. Öğretmen, "Başını sallayacağına tahtaya vur tahtaya" diye kükrüyor.
   Üzerinden 60 yıldan fazla geçmiş, hâlâ kabus gibi hatırlıyorum. Dahası, üniversitede felsefe okumaya gelip karşıma psikoloji ve bilim tarihi derslerinde de matematik çıkınca iyice yılıyorum...
 ... Geçenlerde Zeynep Oral, Münir Özkul'un şöyle dediğini nakletti: "Bırakmıyor adamın peşini çocukluk korkuları... O nedenle, çocukları çok sevmeli, onlara çok anlayış göstermeli."
   Olumlu duyguları desteklemeye, olumsuzları safdışı etmeye çalışmak önce okulun ve öğretmenlerin görevidir. Elbette kendileri bu olumsuzlukları yaratmasalar daha iyi olur.
   Bu vesileyle, öğrencileri - yaşları ne olursa olsun - öğretmenler hakkında birçok şeyin farkında olduklarını belirtmek isterim. İşte güzel bir örnek: Bütün öğretmenler eğlenceli, mizah duygusu sahibi, kibar, sabırlı, adil olmalı (Kimberley, 11 yaş). Ve çarpıcı bir diğer örnek: Bizim bir "öğretmene öğretme" günümüzün olması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmene bir çocuk olmanın ne olduğunu öğretebiliriz (Jonathan, 10 yaş). (BEKİR ONUR - Cumhuriyet Gazetesi)



Fotoğraf: DİLEK YURDAKUL UYAR









   "İlköğretim umum müdürünün aracılığıyla Ankara Hıfzıssıhha Kurumu doktorlarından - daha sonra Adana milletvekili olan - rahmetli Ali Menteşoğlu'nun köye gelmesi sağlandı. Doktor haftada bir gün geliyor, gece kalıyor, çocukları muayene ediyor, iğnelerini yapıyordu. Aynı zamanda köylünün de hastalarına bakan doktor ertesi gün Ankara'ya dönüyor ve bu iş için ücret almıyordu.
   Hasanoğlan'da istasyon yoktu.Yedi kilometre ilerde Lalahan istasyonunda iniliyor oradan enstitüye yayan geliniyordu. Enstitünün bir taşıma aracı yoktu. Ali Menteşoğlu'da yayan geliyor ama kendisine sorulduğunda, enstitü sakinlerini üzmemek için vesaitle geldiğini söylüyordu. Bir gün yine aynı şekilde geldiğini söyleyince, ayağındaki çamur gösterilerek pek de vesaitle gelmişe benzemediği söylenince, gülerek 'O kadar da olacak!' cevabını vermişti. Ali Menteşoğlu'nun bu şartlarda gelip gitmesi enstitü mensuplarını fazlasıyla üzüyordu. Bu fedakâr doktora herkes minnettardı.
   İdareciler bir araya gelerek bir defaya mahsus olmak üzere 500 lira ücret vermeyi kararlaştırdılar, bordroyu hazırlayıp imza etmesini rica ettiler. Ali Menteşoğlu gülümseyerek 'Siz burada sabah altıda kalkıyor, işe başlıyor, gece 24'te yatıyorsunuz; hatta geceleri de hizmetiniz oluyor. Bu memlekete hizmetlerin en büyüğünü yapıyor, bundan da zevk alıyorsunuz. O halde müsaade edin de bu kuruluşa hizmet ederek haftada birkaç saat de ben zevk alayım,' diyerek bordroyu iade etti. Bu sözleri orada bulunanların gözlerini yaşartmıştı." (MUSTAFA GÜNERİ - Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdür Yardımcısı)


  


   Babam Necati Arslan, Köy Enstitüsü mezunuydu. Denizli'nin geri kalmış köylerinden birinde, Çameli'ye bağlı Kolak'ta doğmuş, okuma - yazma oranının çok düşük bulunduğu köyden okumak için ayrılan ilk çocuk olmuştu. Gönen Köy Enstitüsü'nü bitirip önce öğretmen, sonra da emekli olana dek ilköğretim müfettişi olarak çalıştı.
   Bir anlamda, kaderini kendisi çizmiş, yaşamını köklü biçimde değiştirme cesaretini göstermiş, çocuk denecek yaşta köy dışında ayakta kalabilmek için çaba göstermiş, bu konuda kardeşlerine de örnek olmuştu. En sevdiği türkü, "Uçan da kuşlara malum olsun, ben annemi özledim / Hem annemi hem babamı, ben köyümü özledim / Kardeşlerim yolları bilse de gelse..."ydi.
   Ölene dek köyüne ve köylüsüne bağlı kaldı ama kültürel olarak da kentli olmanın ve Cumhuriyet değerlerinin her türlü gereğini yerine getirdi. İlerici, aydınlanmacı bir insandı. Aile boyu yapılan ev ziyaretlerinde tanıyarak çok sevdiğim okul arkadaşları da onun gibiydi.
   İyi bir kütüphanesi vardı, okumaya düşkündü ve en iyi hediyenin kitap olduğuna inanırdı. Uğur Mumcu'ya, Fakir Baykurt'a, İlhan Selçuk'a, Talip Apaydın'a hayrandı. Bu yazarlar İzmir'de "Fuar"a geldiklerinde mutlaka evdeki herkes için tek tek kitap alır ve adımıza imzalatırdı.
   Sık sık, eğer babamın yolu Köy Enstitüsü'yle kesişmese ne olurdu, nasıl bir hayat sürerdi, devamı, yani "bizler" nasıl insanlar olurduk diye düşündüm. Sonunda da kendimi hep, tıpkı babam gibi Köy Enstitüleri'ne borçlu hissettim... (TUNCA ARSLAN - Aydınlık Gazetesi)



   









"Kâhinler ve müneccimler hiçbir veriye dayanmadan gelecek öngörüleri yaparlar.
Bilimi rehber edinenlerse verilere dayanarak gerçekleri ortaya koyarlar ve toplumların yolunu aydınlatırlar."


EYYÜP ALTUN











Merhaba!

15 Nisan 2018 Pazar

KÖY ENSTİTÜLERİ - 2




"İnsanoğlu'nun kazanacağı en büyük zafer, korkuyu yenmesiyle kazanacağı zaferdir."

İSMAİL HAKKI TONGUÇ








 ...Spartaküs, zalim Roma İmparatorluğu'nun ordularını perişan ettikten sonra arkadaşları ona sorarlar, kendini nasıl hissediyorsun diye. Spartaküs'ün yanıtı şöyledir:
   "Artık özgürüm ama okuma yazma bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum, korkuyorum" der.
   Arenalarda bir ölüm makinesi gibi çarpışan genç ve güçlü Spartaküs'ün, "Okuma bilmediğim için korkuyorum!" sözleri evrensel niteliktedir.
   Burada, ülkeyi yönetenler, yüzyıllardır halkına okuma yazma öğretmeyen, matbaayı iki yüz küsur yıl geç getiren Osmanlı egemenleri aklıma geldi.
  Cumhuriyet döneminde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimci, laik eğitim sistemiyle, özellikle Anadolu aydınlanmasının yaratıcı büyük insanları Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un kurup geliştirdikleri, dünya eğitim tarihine armağan ettikleri Köy Enstitüleri'nin yanı sıra 600'ü aşkın Milli Eğitim klasikleri, halkevleri, okuma odaları, gece mektepleri aracılığıyla Anadolu Spartaküsleri korkudan kurtarılmıştır...


   OSMAN ŞAHİN







   Eğitilmiş, mesleklendirilmiş insan kendi sözünü söyleme, dünyayı adlandırma hakkını, bilincini, bilgisini elinde bulundurur. Geleceğin bireyi yeni insan da işte buradan çıkar.











 ...Çok büyük zenginliklerin yaşanmadığı ancak insanlar arsında eşitliğin, kardeşliğin ve imece anlayışının yaygın olarak kullanıldığı bir ülkenin eğitimdeki adıdır Köy Enstitüleri... (ZEKERİYA ÇAKMAK - Aydınlık Gazetesi Köy Enstitüleri Eki)









   "Köy Enstitüleri gibi, hiçbir ulusun başaramadığı bir eseri meydana getirmiş bir ulusun, onu yitirdikten sonra, niteliğini anlamadan unutması çok yazık olurdu."


FAY KIRBY
( Köy Enstitüleri üzerine incelemeler yaparak doktora tezi hazırlayan eğitbilimci)








 ...Çağdaş ve laik eğitim uygulayan bu okullar bizimdi, bizdendi, bize özgüydü; Türklerin Dünya Eğitim Tarihi'ne armağan ettiği benzersiz bir iradenin vücut bulmasıydı. Fikir babası M. Kemal Atatürk'tü. Uygulayıcılarıysa öğrencilerin Tonguç Baba'sı ve güzel gözlü Yücel'di. Bu ikisi tutucu iktidarlar gibi emperyalistleri de ürkütmüşlerdi. Yetişen öğretmenler, Ata'nın savaş meydanlarında kazandığı utkuyu, cehaletle savaşarak pekiştirecek; Türk devletini sonsuzca yaşatacak Anadolu aydınlanma devrimi ışığını, bilgiyi köylere taşıyacaklardı. İş eğitimiyle yetişmiş, okuyan, bilgili, birikimli, halktan kopmayan yeni tipte aydınlardı. Cumhuriyet yurttaşlarını eğitimle yaratacaklardı. Bu gelişmeyi önlemek için enstitüleri hükümete kapattıran emperyalistler, bunu yıllar sonra Unicef aracılığıyla geri kalmış ülkelere "kalkınma modeli" olarak önerdiler... (EMİNE AZBOZ - Aydınlık Gazetesi)











Köy Enstitüleri, 
Türk Devriminin yalnızca dünya eğitim tarihine değil, aynı zamanda dünya devrim tarihine özgün bir katkısıdır. 

(Prof. Dr. SEMİH KORAY)









Merhaba!

8 Nisan 2018 Pazar

ŞİİR OZANIN GERÇEK YAŞAMIDIR




   PEN Yazarlar Derneği'nin Dünya Şiir Günü bağlamındaki PEN Şiir Ödülü'ne bu yıl mimar ve şair Cengiz Bektaş değer görüldü. Ödül töreni 24 Mart'ta saat 17.00'de Maya - Cüneyt Türel Sahnesi'nde yapılacak. PEN açıklaması ise şöyle: "Cengiz Bektaş'ı; biçimlendirdiği yapılara kattığı aydınlık gibi şiire de güler yüzlü bir hava katan, şiirinde Akdeniz'den Ege'ye Türkiye'yi ağırlayan, emek yanlısı, insancıl yaklaşımıyla, Türkçe tutkusuyla ve yazarların örgütlü yaşamasının önemini mücadelesiyle vurgulayan örnek bir aydınımız olarak kutluyoruz. Bu ödül daha nice şiirler dileği ve saygımızla bir şükran ifadesidir." 
   Her yıl 21 Mart Dünya Şiir Günü Bildirisi'ni Türkiye'de PEN Şiir Ödülü'nü kazanan şair hazırlıyor:





   24 Mart 2018, EGEMEN BERKÖZ:

   "PEN'in seçicileri ödül gerekçesi '2018 PEN Şiir Ödülü'nü değerli mimar ve şair Cengiz Bektaş'a sunuyoruz' diyerek başlıyor. Ben bugüne dek hiçbir ödül gerekçesinde ödül verilen şairin öteki işinden, uğraşından söz edildiğini anımsamıyorum.
   Örneğin, Dağlarca'ya ödül verirken 'emekli yüzbaşı ve şair', Cansever'e ödül verirken 'antikacı ve şair', ya da Cemal Süreya'ya 'maliye müfettişi ve şair' diye seslenmek kimsenin aklına gelmemiştir sanırım. Çünkü Cengiz Bektaş'ın kimliğinde mimarlık ve şairlik ayrılmaz bir bütündür. Şairliği mimarlığını, mimarlığı şairliğini besler. Şimdi bu konuyu biraz daha açmak, Cengiz Bektaş'ın şiirinin altyapısını irdelemek istiyorum.
  Her şeyden önce, Cengiz Bektaş Anadolu'nun binlerce yıllık geçmişinden gelen bir ozan, bir aydındır. Yaşamöyküsüne bakarsanız Berlin Üniversitesi'nde mimarlık okumuş bir yüksek mimardır Cengiz Bektaş. Ama bir halk mimarıdır aynı zamanda. Bu toprakların binlerce yıllık mimarlık geleneğini iyi bilir. Bir Köy Enstitülüdür. Köy Enstitüsü'nde okumamış olsa da. Bir Mavi Yolcu'dur. Halikarnas Balıkçılarıyla, Sabahattin Eyüboğlularla, Azra Erhatlarla... Mavi Yolculuklarla bilene bilene gelmiştir.
   Anadolu'nun on bin yılı aşan uygarlık geçmişine, bu topraklara gelip yerleşmiş, bir arada yoğrulmuş halklardan bugüne uazanan yolun yolcusudur. Efesosluların, Miletosluların, Afrodisiaslıların kentlisi; Thaleslerin, Herakleitosların, Homerosların yoldaşıdır.
   Cengiz Bektaş, Homeros'tan Âşık Veysel'e uzanan şiir yolunun bir yolcusudur.
  Homeros'un İlyada'yı yazdığı ölçüyle, Heksametron'la düzülmüş Ege türküleriyle büyümüştür. İyi bilir bu türküleri, güzel de çığırır.
   Ben bunları nereden mi biliyorum? Nasıl bilmem?
  Bergama'yı, Afrodisias'ı, Selimiye'yi, Edirne Darüşşifasını, Kozak Yaylası'nı... Onunla gezdim, ondan dinledim; binlerce yıllık taşlara nasıl sevgiyle dokunduğunu gördüm. İmeceli toplantılara katıldık birlikte, şiirler okunan, türküler söylenen, dostluklar tazelenen.
   Ve öyle bir ev tasarısını biliyorum ki bana göre bir başyapıt. Çünkü şiir kurar gibi kurduğunu gördüm bir yapıyı da o tasarıda. 
   PEN Yönetim Kurulu'nda, daha sonra onun başkanlığında TYS Yönetim Kurulu'nda birlikte çalıştık yıllarca. 
  Onun için imzamı atıyorum PEN'in ödül gerekçesinin altına. Doğrudur. Dili yalın, Türkçe sevgisi taşan, emekten yana, ağaçtan-çiçekten-börtüböcekten yana, insandan yana bir şiirdir Cengiz Bektaş'ın şiiri. Özü sevgidir. (Cumhuriyet Gazetesi) 




- Azra Erhat için -

Sığamadım gözümün yettiğine
Yerdeli gökdeli estim estim
Derelerden anacığım
Derelerden taştım
Dardım gürdüm koyaklarda köpük köpük
Düze geldim anacığım
Sevgini sevgini buldum yundum


CENGİZ BEKTAŞ








   (MUSTAFA KÖZ - Cumhuriyet Gazetesi)
   Konuşmalarımızda çoğunlukla üzerinde durduğu konulardan biri de "şiir ve hayat ilişkisi"ydi. Gündelik hayatı şirinin derdi kılmayanın şiiri olmayacağını, olsa da kalmayacağına inandı. Gündelik hayat dediği, şairin içine doğduğu hayatın şiirinde "hayat bulması" , şiirinin hayata, hayatının da şiire benzemesiydi. Bu yüzden İlhan Berk, "Her adam şiirlerine benzemez ama sen benziyorsun" demişti Enver için. Enver'in de

'kalp kırmak istemem ama
her şiir sahibine benzer
kimi daha yazılırken
teslim eder ruhunu
kimi ölü bile
                                geçirilemez ele' demesi bundandı...


   ENVER ERCAN












Merhaba!

1 Nisan 2018 Pazar

AŞK VE HÜZÜN




Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında çimenli bir yerdir.

MAX EHRMAN









Sen ilk aşkım, ilk göz ağrımsın;
Dünyalara değişmem seni.
Keyfimden uçtuğum oluyor
Rüyama girdiğin geceler.
Bayram sabahı bile olsa,
Sensiz doğan günü neyleyim!


CAHİT SITKI TARANCI










Nereye gitsem, hangi boylama sığınsam
Bir kentin kenar mahalleleri gözlerin
Ne kadar bulvarlara yerleştirsem de anılarımı

Sensin, kendinden öte bir şeysin
Bence biraz daha uzatmalısın saçlarını
Bir yaprak fırtınasında usulca rakı içeyim

Anladım, adı niye akşamsefası bu çiçeğin...


AHMET ERHAN











Oturmuşum rıhtımdaki kahveye
Önümde martılar, deniz
İçim bir dünya
Dışım bir dünya
Kederler oynaşıyor sularda



MEHMED KEMAL












Resim: HASAN KIRDI









Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Çocuksun sen, çocuğumsun



AHMET TELLİ











   Şairler değil midir, yan yana gelme olasılığı düşük yahut imkansız sözcükleri nikâhlayarak, nişanlayarak buluşturanlar ve böylelikle estetiğin, hatta yokülkenin, postmodernitenin kıyılarına ulaşanlar?


MURAT BATMANKAYA










Merhaba!