8 Eylül 2024 Pazar

ŞİMDİ HERKES YABANCI

 


Karikatür: BEHİÇ AK



Birileri iyiye gideceğini öngörüp özellikle karıştırıyor kazanları gibi gelmiyor mu size de?
Biz de bu yemi hep yutuyoruz.

Kapitalist sisteme karşıyız. Karşıyız da davranış kalıplarıyla bireye sızmayı ihmal etmeyen bu yapıyı kendi içimizde eleştiriye tabi tutmadan sistemin ana raylarını bombalayarak nasıl olacak bu dönüşüm? Ekonomik adaletsizlik, sınıf ayrımları, ırkçılık, toplumsal cinsiyet sorunları ve daha nicesi...
Bu alanlarda verilen mücadele her zaman diliminde önemini koruyor. Kazanımları da insanlık için muhteşem. Bu kazanımlarla elde edilecek sonuçla, gerçekleşen pek birbirini tutmuyor sanki.
Her şey gelişiyor ama insanlar giderek daha kaygılı, daha yalnız, daha mutsuz. Mahalle baskısından kurtulmanın getirdiği özgürlük hiç ferah insanlar toplumunu yaratmadı. Bugün ortada yalnızlar toplumları var. Varoluşunu özgürce ortaya koymanın hafifliğiyle kabullenişler geleceğine bireyselleşmenin yargılayıcılığı geldi.
Ne kadar az tanırsak birbirimizi o kadar çok eleştiririz. Birileri bunu iyi saptamış gibi. Üst üste dizilen kibrit kutularına, mahallenin yok edildiği, içerisinde sadece konutu olan sitelere, balkonsuz mekânların içlerine hapsedilen insanlar, nasıl korkmasın tanımadığı diğerinden?
Şimdi herkes yabancı; öyleyse "dernek"lerle yardım edelim diğerlerine. İşlevsiz mi? Tabii ki değil. Belki de baştan beri üzerine lafladığım konunun en iyi örneği: "STK". Bu kadar kalabalık bir toplumda bir meseleyi dert edinen, çözüm arayan insanları aynı şemsiye altında toplayan... Kalabalık dünyada insanların yalnız baş edemediği durumlarla baş etmede ihtiyacımız olan bir sığınak, destek.
Bu kadar iyi bir oluşum, örgütlenme çözümler üretirken birbirimize yardım etmeyi neden bıraktık? Bir şey bir şeye destek olarak gelmiyor, sürekli bir şeylerin yerine geliyor. Neden?
Şimdilerde "Bu sorunu kendin çözüp kurtulmalısın, kimse seni kurtaramaz" modası var! Bu, insanı insan kılan önemli bir farkı yok etmiyor mu?  
Kapitalizmin çok sevdiği doğal seleksiyonun insanlık tarafından kabulü. Çözemediysen tek başına öl o zaman... Çünkü artık herkes yoğun, herkes birey(!)

(EMEK YURDAKUL - Cumhuriyet Kitap)




BURHAN GÜNEL


Haydar, oturduğu yerden ayağa fırlamıştı. İki elini iki yanına dayayıp bağırmıştı:
"Herkes kendi yoluna gitsin! Benim işlerime karışma ağbi!"
Ağbisi, kardeşinin yana kaymış omuzlarına, öfkeli, baş kaldırmalı bakışlarına, kızarmış yanaklarına, kinli gözlerine bakıp kırık dökükleşmişti. Dudakları titremişti, içi kötülenmişti, üzülmüştü çok.
"Peki oğlum, nasıl istiyorsan öyle yap! Geldiğin zamanki gibi değilsin, artık çevreye alıştın, ben olmasam da olur bundan sonra."
Sesi titrekti, kırgındı bunları söylerken.
"Şimdi kanı kaynıyor onun, aklı bir karış havadadır. Bu yaşta duyguları çok güçlü olur insanın. Benim de öyleydi. En sevdiğinden bile tiksinebilir bu yaşta. Kötü söz etmesem daha iyi. Sarılıp öpeyim. Patronuyla konuşayım. Bu çocuk ev geçindiriyor, para yönünden biraz şey etseniz... filan diyeyim."
Bunları düşündükten sonra, elleri belinde, keskin bakışlı bir Haydar gelip karşısında dineliyordu. Yüzüne bağırıyordu sanki:
"Senin bana söz söylemeye ne hakkın var? Bizi bırakıp kaçan sen değil misin? Bana akıl vereceğine eve biraz para gönder! Neden hep bana yükleniyorlar da sen göndermiyorsun?!"
Kötü kötü gülüyordu:
"Herkes kendi yoluna gitsin ağbi! Herkes kendi yolu..."
"Oysa, öyle değişik yollarımız filan yok. Temelimiz aynı. Aynı batağın insanlarıyız. Aynı çürük yapıdanız. Ben ona benzerim, o da benim gibidir. Hep bir şeylerden kaçıp durdum, kaçtığımı sandım, ama baktım ki zincirlerim ayaklarımda, kilitli. Kilidin anahtarı başkalarının elinde. O da kaçamayacak bir başına. Çok iyi biliyorum bunu. çamur, ayaklarımızı salıvermez bizim. Yazgının elleri yakamızdadır. Üstelik, o yazgı deneni değiştirecek bir şey de yapmıyoruz..."

(BURHAN GÜNEL - Sevgi Bağı, 1974)




BEHİÇ AK


Yaşam, 2000'lerin başına göre çok daha acımasız bugün. Genç kuşaklar için bir gelecek vaadi bile yok. Fikirler algoritmalarla oluşturulmuş basit karşıtlıklar arasına sıkıştırılmış. Bu yüzden özgün, yaşamdan yola çıkan, klişe olmayan edebiyat eserlerinin bir özgürlük kapısı olduğunu düşünüyorum.
(...)
12 Eylül'den sonra eskiden toplumcu olan öncü, genç kuşaklar ya tamamen yok edildi ya da Friedman'cı ekonomik dönemin bir parçası haline dönüştürüldüler.
Sistemle bütünleşmeye hazır gençlerin önüne, ya fakir olup fikirlerini savunmak ya da zengin olup çıkarlarını savunmak alternatifi çıkarıldı. Türkiye'ye para pompalandı. Reklamcılık, televizyonculuk, turizm, inşaat, sanat gibi sektörler aşırı büyüdü. Birçok genç bu alanlara kaydı.
Emeğini iyi pazarlayanlar yüksek ücret aldı. Belli bir birikim yaptılar. Yeni orta sınıfı oluşturdular. Birkaç yıl önce ateşli sol fikirleri olan gençler arasından piyasa ekonomisinin azılı savunucuları çıktı. Bu gençler özelleştirmeleri savunarak devlete karşı çıktığını zannederek "anti kamucu" bireylere dönüştüler. Bu yeni orta sınıfın çocuklarının bir kısmı iyi fırsatlar yakalasa da giderek toplumsal meşruiyetleri olmayan, anne baba eline bakan, onların birikimleriyle yaşamaya alışmış bireylere dönüştüler. 
Kendilerine sunulan olanaklar onları hüzünlü bir yalnızlığın esiri olmaktan kurtaramadı. Toplumda kendilerine yer bulmaya çalışsalar da kendilerini, kişiliklerini oluşturamadılar. İstedikleri hayatı kuramadılar. Daralan ekonomi de onları dışladı.
Toplumsal meselelere uzak, kendilerini bireysel olarak ifade etmeleri olanaksız bireyler haline geldiler. Şehrin neresinde yaşarlarsa yaşasınlar kendilerini şehrin dışına atılmış gibi hissetmeye başladılar.
Hem sağcı hem solcu hem devrimci hem kapitalist hem liberal hem özgürlük karşıtı olarak hayli geniş yer işgal eden ebeveynlerinin onlara bıraktığı epey sıkışık bir alanda hayatlarını sürdürmeye çalıştılar. 
Şehrin kurgusu içinde amaçsız, hedeflerine ulaşmaya çalışarak, yapay alanlarda yaşamaya alıştılar. Oysa İstanbul gibi tarihi bir şehir, dedelerinin yaşadığı bir kurguyla yaşandığında sevilecek, tadı çıkarılacak daha da önemlisi anlaşılacak bir varoluşa sahipti. Bu şehir onların şehri olamadı bu yüzden.
Aslında her kuşak aynı şehirde yaşasa da gerçekte aynı şehirde yaşamıyor.

(BEHİÇ AK - Cumhuriyet Kitap, Söyleşi: GÜNNUR AKSAKAL )







Merhaba!  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder