Hikâyemin bugünün insanlarına bir masal gibi geleceğini biliyorum. Ama ben bu masalın içinde yaşadım.
OKTAY AKBAL
Doğruydu...Kaçakçıydı hepsi...Arap atlarının üzerine yığdıkları gâvur eskisi giysileri mayınlı tarlalardan geçirip Urfa'nın Kötüler Mahallesi'ne getirene kadar canları çıkardı...
Kurşun sesleri ve jandarma korkusu geride kaldığında, terlemiş atlar bir mağaraya sığındığında; poşuya sarılmış yürekler rahat bir nefes alırdı!.. "Yılbaşı"nda tek eğlencesi vardı o kaçakçıların ve de tezek ateşinde ısınan cılız bedenli çocukların!..
Kötüler, Urfa'nın güneyinde, Neolitik Çağ'dan kalma mağaralar üzerinde kurulmuş bir mahalleydi...Kimse bilmezdi "Kötü" isminin aslında "Guti" kavimlerinden kalma olduğunu...
Sanırlardı ki, bütün cihanın tüm kötüleri bu mahalleye birikmişti!..Oysa yanılgı, kötülükle iyiliği çelişkisi kadar derindi orada!..
Kimileri gecekonduları şehre yakın araziler üzerinde kurarken, Kötüler'in sakinlerinin dağ başını seçmesinin bir tek nedeni vardı...Çünkü orası kaçakçıların gizlenebileceği devasa mağaralarla çevriliydi!..
Yani aslında insanlar yaşamak için değil, yakalanmamak için sığınmıştı o kayalık ve gizemli coğrafyaya!..
Orada yaşayanlar; korkuyla atan bir yüreğin, toprağa pusulanmış paslı bir mayının kölesi olabileceğini çok iyi bilirlerdi!..Kaçakçılıkla kötülüğün arasında yaşayanlar için çelişkiler o kadar sıradandı ki;
Oralarda mayın da iyiydi, kurşun da!..Puslu sabahlarda kaçakçı gözleyen jandarma da iyiydi, ekmeğini ihanetle çıkaran ihbarcılar da...
Bir tek onlar, yani kaçakçılar kötüydü!..Kaderleri doğdukları mahalle yazılmıştı ya alınlarına, işte o yüzden "Kötüler" di!..(MEHMET FARAÇ-Aydınlık Gazetesi)
Çocukluğumun Urfa'sında, yani yaşamlarını Suriye üzerinden kaçakçılık yaparak sürdürenlerin yaşadığı Kötüler Mahallesi'nde, tam da evimizin karşısındaki gecekonduda "Suriye" adlı bir kız yaşardı.
Babası kaçakçı hamalı olan o kıza neden "Suriye" ismi verildiğini hep merak ederdim... Halen aklıma her geldiğinde şaşarım; "Suriye diye kadın ismi olur mu?.."
Biraz büyüyünce ve Kötüler'deki çarkın nasıl işlediğini görünce, mayınlı arazilerin ardındaki komşu ülkenin, bir genç kızın sadece yaşamını sürdürmesine değil, nüfus kağıdına da çok şaşırtıcı bir damga vurabildiğini anladım...
Eğitimsiz ve topraksız bir kenar mahalle insanı, kaçakçılık yoluyla da olsa, kendisine ekmek kazandıran ve çocuklarının karnını doyurmasını sağlayan bir komşu ülkeye saygı gösterisinde bulunmuştu belki de...
Anladım ki, kaçakçı atlarının terli sırtında getirilen eşyalar, bir aileye ekmek ve can verirken, bir genç kızın kimliğinde adeta sevgi ve dostluk nişanesine de dönüşmüştü...
Yani "Suriye", 40 yıl önce Güneydoğu insanına ekmek kazandırırken, aynı zamanda kadınların "adı"nda emeği ve onuru da tanımlıyordu!..(MEHMET FARAÇ- Aydınlık Gazetesi)
FİKRET OTYAM
Ya kadınları?..Koynunda bir bacağını mayına vermiş delikanlı yatıran kadınlar!..Gözlerinde Halep sürmesi...Saçlarında "Acem kınası" taşıyan Şark çıbanlı kızlar...(MEHMET FARAÇ-Aydınlık Gazetesi)
Fikret Otyam, Urfa-Kısas'ta konuk olduğu Cafer Kaya'ya sorar:"Bu mayınları nasıl geçiyorsunuz?"
Cafer: "Baba mayın olan yerde ot bitmez. Biz de ona göre çiçek açan yere ayağımızı basarız!"
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder