21 Temmuz 2024 Pazar

KİTAP ve ÇALAR SAAT

 


"... Herhangi bir kitabı oku diyenden korkma, yasak edenden kork...
Okumadığı bir kitabın halka zararlı olacağını söyleyenden daha aşağılık bir insan olur mu?
Olur: Okuduğu bir kitabın halka zararlı olacağını söyleyen...
Bir kitapta her şeyi bulan bütün kitapların düşmanıdır: Her şeyi bulduğu kitabın bile...
Tanrılar, peygamberler değil, 
yalnız softalar ve sömürgenler insanların tek bir kitabı okumasını istemişlerdir..."

(Kitap Üstüne Aykırı Düşünceler)


***


Kitaba, bir organizmaymış gibi yaklaşana hiç rastlamamıştım ta ki Orhan Tüleylioğlu'nun Yalnız Kitap'ını (Karakarga Yayınları) okuyana kadar. Tüleylioğlu'na göre, kitap da her canlı gibi dünyaya geliyor, yaşıyor, yaşatıyor, yakılıyor, yok ediliyor, unutuluyor, uyandırıyor ve kendini "yalnız" hissediyor. Bahtı açık kitap var, olmayan var. Kitabın da her canlı gibi bir kaderi var, dünyaya geldiği yer ve zamana göre şekilleniyor yazgısı: Kimi coğrafyada hâkim tarafından "ceza" olarak da verilebiliyor, bambaşka bir zamanda "şenlik ateşi" için uygun da görülebiliyor.
(...)
Kitapları yasaklayacak olanlardan korkan Orwell ile yaşamımızda bir kez olsun aynı duyguyu paylaşmadık mı? Kitapların yasaklanmasına gerek duyulmayacağından, çünkü kitap okumak isteyecek kimsenin artık kalmayacağından ürperen Huxley'e katılmadık mı? 
Okuyucudan çok yazar üretenlerin, kitap okumadan kitap yazmak isteyenlerin cirit attığı bir coğrafyada, "Kendimi hazırlıyorum. Shakespearelerin, Dantelerin, Goethelerin, Balzacların at oynattığı edebiyat meydanına öyle ellerini kollarını sallaya sallaya giremez insan" diye düşünen Cahit Sıtkı'ya bir kez daha hayran olmadık mı? 
Ya 1964'te kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü'nü reddeden ve gerekçesini "Ben eserimi yaratırken yeterince ödül aldım. Nobel ödülü buna bir şey katmaz, aksine beni aşağıya çeker. Nobel ödülü tanınma peşinde olan amatörler için güzeldir. Ben yaşlıyım ve yeterince keyif yaşadım. Yaptığım her şeyi severek yaptım. En büyük ödül de zaten buydu" sözleriyle açıklayan Sartre'a?
"Kıyamet Günü gelip çattığında büyük fatihler, devlet adamları, hukukçular; ödüllerini (taçlarını, onur nişanlarını, en sağlam mermere silinmeyecek biçimde kazınmış adlarını) almaya gelirken Yüce Tanrı; koltuklarımızın altında kitaplarımızla bizim de geldiğimizi görünce, hani neredeyse kendisi de kıskanarak, Aziz Petros'a dönüp şöyle diyecektir: 'Bak, bunlara ödül gerekmez. Onlara verebileceğimiz hiçbir şey yok burada. Onlar okumayı sevdiler'" diyen Virginia Woolf'a bir kez daha saygı duymadık mı? 
"Basılı kitap, internetin ortaya çıkması yüzünden ortadan kalkar mı" sorusuna, "Kitap nesnesinin etrafındaki çeşitlemeler, beş yüz yılı aşkın süredir onun ne işlevini değiştirdi ne de sentaksını. Kitap, tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız" yanıtını veren Umberto Eco sayesinde, basılı kitabın yok olmayacağına yeterince ikna olmadık mı?
Tüm bu isimlerden başka, Yalnız Kitap'ta öyle biri daha var ki gözlemi üstüne epey bir düşünmemiz gerekiyor: V. Karl'ın, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Osmanlı sarayında bulunan elçisi Ogier Ghislain de Busbecq. 1 Haziran 1560'ta, İstanbul'da tamamladığı dört elçilik raporunun üçüncüsünde, Osmanlıların matbaayı kullanmaya karşı isteksizliğini şu sözlerle dile getirmiş:
"Yeryüzünde Türkler kadar, başka ülkelerin yararlı icatlarını kolaylıkla alıp benimseyen bir millete daha rastlamak zordur. Buna rağmen nedense, kitap basmaya ve çalar saat kullanmaya bir türlü ikna edilememişlerdir."
Ve yazar Tüleylioğlu'nun, kitap ile çalar saat arasında kurduğu o bağ insanı sarsıyor:
"Her ikisi de insanları uyarmaya ve uyandırmaya yarar." 
"Kitapları seven kişi, kötü insan olamaz" cümlesi de kötüleşen dünyanın durumunu açıklıyor sanki.
Orhan Tüleylioğlu, ülkemiz açısından bu konuya da son noktayı koyuyor: "Eğer Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı, 1956 yılında Türkiye'de okulsuz köy, öğretmensiz okul, okuma alışkanlığı kazanmamış tek bir öğrenci kalmayacaktı. Planlar buna göre yapılmıştı. Yazık oldu."

(KÜBRA ÇİĞDEM İNAL - Cumhuriyet Kitap)


***


Hegel diyor ki, "Felsefenin birçok hallerini yazdık, düşündük ama en ulaşamadığımız yere edebiyat ve şiir ulaşır." Edebiyat okumak, size hayatlar, zamanlar, yüzler ve serüvenler getirir. O kadar zenginleşirsiniz ki, insan ruhunun maddesinin ve konumlarının her şeyini anlarsınız. Dünyanın en akıllı, duyarlı, yetenekli insanları size kitaplar yazıp bırakmışlar, bundan büyük bir zenginlik olabilir mi?


FÜRUZAN







Merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder