"Çağımız insanı 'insan yazgısı' ile 'doğa yasası' arasındaki ayrımın bilincine varan kişidir."
(İLHAN SELÇUK - Ağlamak ve Gülmek)
Geçmişte yaptığı bir söyleşide "Kent ve kentliyi çocukluğumdan beri sevmedim. Ama bu kır âşığıyım demek değil. Doğayı ve ona yakın insanları daha çok seviyorum" deyişini anımsatıyorum Yavaş Yavaş Bilemiyorum'u kendisinden dinlemek için bir araya geldiğimiz Berfe'ye.
Bugün kentten yola çıksak diyorum, dönsek aynı kırı ve doğayı bulur muyuz artık? "Ah nerede..." diye iç geçiriyor usta şair, "Bulmak imkânsız. O kır, o doğa yok artık ama sadece o da değil sorun. Nüfus da aldı başını gidiyor, her şey daha kötüye doğru ilerledi."
Doğanın tam içinden, artık onunla yoğurulmuş olarak görüyoruz dizeleri. Günümüzde çokça hırpalanan, sömürülen, yok edilmeye çalışılan bir varlık artık doğa. Gözlerimizin önünde yakılan, yıkılan, yerine betondan renksiz, kokusuz, nefessiz bir dünyanın yaratıldığı o güzelim doğaya getiriyoruz sözü.
Onun yanında yer alıp, kitapta tam da içinden konuşan şaire, "Canı yanan doğanın bir seslenişi mi bize?" diyorum, "Öyle elbette, hatta çırpınışıdır..." diye yanıtlıyor beni.
Bahar rüzgârına, topraktaki kıpırdanmaya, denizin durgunluğuna bir bir rastladığımız dizeler, insanın yolculuğunu doğa aracılığıyla anlamlandırmasına da bir olanak tanıyor.
(...)
Doğayı, sevmeyi, gören gözlerle bakmayı, yalnızlığımızı, içtenliği, kısacası artık pek rastlayamadıklarımızı, unuttuklarımızı ve tabii çokça baharı hatırlatıyor Süreyya Berfe; durmadan sakin ve kararlı.
Yazıyı kitaba ismini veren şiirle bitirelim:
Bahar akşamlarının yalnızlığı
neye benziyor
Yavaş yavaş bilemiyorum.
(BERRİN KARADENİZ - Cumhuriyet Kitap)
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder