Öksüz filmi setinde Nihat Ziyalan ve Fatma Girik
(Fotoğraf: Nihat Ziyalan arşivi)
Sinemamız, daha çok da edebiyatımız için emek vermiş, çok başarılı işlere, kitaplara imza atmış değerli bir isimdir Nihat Ziyalan... İlk gençlik yıllarında; Adana, kanalda çimerken tanıştığı Yılmaz Pütün (sonradan Güney) ve Özdemir İnce'yle salt edebiyatı değil, ellerini attığı her şeyi değiştirmek, insanlık adına iyileştirmek için yemin ederek çıkarlar yola... Farkında olmadan; daha doğrusu isim koymadan İkinci Yeni'yi Adana'da başlatan, fitilini yakanlar da diyebiliriz bu sacayağına.
(KADİR İNCESU - Evrensel Gazetesi)
NİHAT ZİYALAN & YILMAZ GÜNEY
"Şiir muhalif olmak zorundadır. Yılmaz Güney'le Dünya'yı değiştirmek gibi bir bağlanmaya baş koymuştuk ilk gençliğimizde. Bunun mümkün olmadığını yıllar geçtikten sonra anladım. Ama okuyanın belleğinde sorular uyandırabiliriz.
Şiirimin yolu budur artık.
İlk kez burada söylüyorum: Bitirdiğim her şiirin ardından acaba tekrar şiir yazabilecek miyim korkusuyla tam 65 yıl geçti. Aklım erdiğinde etrafıma şiirle bakan biriydim. İlk şiirimi Dumlupınar Denizaltısı'nın batması üstüne 1953 yılında yazdım. Seksen beş yaşıma vardım; bir kez bile iyi bir şiir yazdım diyemedim, diyeceğimi de sanmıyorum. Her günüm şiir çalışmakla geçtiği halde.
Şiir nedir diye sorarsanız, yanıtım kesindir: Bilmiyorum.
(NİHAT ZİYALAN - Söyleşi: NESLİHAN DAĞLI / Söz Gazetesi)
köprüden Parramatta Nehri'ni seyrediyorum
Sydney'in ortasında
hayatım su gibi berrak
akıp gidiyor
1999 tatilinde Taksim Meydanı'nda
Özdemir İnce'nin sevgi dolu tekmesini
aynı güzellikte savuşturmam geçiyor
çocuksu coşkumuza tanık olanların
gülümsemesi de akıntıda
bir balık sıçradı
gözlerini benden ayırmadan
kuyruk salladı
NİHAT ZİYALAN
(Eve Götür Beni Nehir)
Şimdi 28. sayfada yer alan Reklam adlı şiirin bir bölümünü okuyalım:
"evliyken hiç bakmadım başka kadınlara
hep aynı yüz
bıkmadan kahvaltı
kışkırtsın diye yemeğe acı katmalar."
Okudunuz mu? Okudunuz! Birinci dize itiraf, ama "hep aynı yüz" ne demek, "bıkmadan kahvaltı" ne demek? "Evlilik" hakkındaki düşünceleri değil mi? Nihat hayatta saftır lakin şiir yazarken korkunç zekidir ama saf ayaklarına yatar.
"Şiir nedir?" sorusuna, "Ben ne bileyim!" diyecek yaşı bile geçtim. Ben de size aynı soruyu sorarım: "Şiir nedir?" Çok sıkıştırırsanız, "Nihat'ın yazdıklarıdır!" derim. Aksini kimse kanıtlayamaz.
Nihat, öğrenmek zorunda olduklarının tamamını öğrendi ve sonra usul ve töre gereği tamamını unuttu. Sonra, unuttuklarını anımsayarak yazma burcuna geldi. Bu burçta, ilkin gördüklerini, duyduklarını, beş duyu ile algıladıklarını yazdı.
Yannis Ritsos şiirin okura "bunu ben de yazarım" duygusu vermesi gerektiğini söylerdi. Basit değil yalın şiirler, ustura ağzı kadar yalın. Sözcüklerin, seslerin, renk ve kokuların birbirini kirletmediği şiirler. Günümüzün İkinci Yeni sonrası şiirleri, bunun tam tersine, ressamın paletine benziyor: Renk karmaşası ve kirliliği var ama ortada resim yok.
Egemen zihniyete göre, Cemal-Edip-Turgut şiirinin öncesinde ve sonrasında bir Türk şiiri yok. Ama var: Utandırmamak için öncekileri yazmıyorum. Nihat bu üçlünün şiir yolunu beğenmemiş, kendi patikasını açmış... Üçlü mitosunu bir yana bırakalım, açtıkları yolda bir kakofoni kalabalığı var. Nihat Ziyalan tek başına, kendisiyle konuşarak, yürüdüğü çölde çekirge ve balla besleniyor. Evet onun yazdığı şiir bu ülkede yazıl(a)mıyor.
Şairler, şiirin Olympos'una biletle ya da torpille giremez. Oturacakları sandalye dükkânlarda satılmaz. Girmek için, orada oturacak sandalyesini şairin kendisi yapmalı. Nihat Ziyalan sandalyesini Sevdakeş'le tamamladı.
(ÖZDEMİR İNCE - Cumhuriyet Gazetesi)
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder