Resmi tarih toptancıdır savaşı rakamlarla anlatır. Roman, askerlerden birinin dramını anlatır, savaşın ruhsal, fiziksel röntgenini çeker. (İNCİ ARAL - Cumhuriyet Gazetesi)
***
Benim çocukluğum, babamın anlattığı kahramanlık hikâyelerini dinleyerek geçti. Lütfü Ustamsa Gülhisar'ın tek savaş kahramanı olduğu halde, bu konuda dilsiz sayılırdı. Bir defasında ona bacağını nasıl kaybettiğini sormaya kalkışmıştım, "Sana ne, sen işine bak," cevabını almıştım. Sonra makinenin üstüne bir kitap atmıştı.
"Al bu kitabı oku!" demişti.
Kitabın başlığına baktım; "Fihi Mâ-Fih!"
"Ne demek bu?" diye sordum.
Lütfü Ustam gülümsedi. Raftan Osmanlıca Türkçe sözlüğü çıkarıp kitabın yanına koydu.
"Lügate bak!" dedi. "Ben söylersem aklında kalmaz; lügate bakarsan kalır."
Kitabı bitirince, beni sigaya çekti.
"Dert ağacı nedir, anlat bakalım!" dedi.
Cevap veremedim. O akşam eve gittiğimde, kitaptaki dert ağacı sayfasını bulup bir defa daha okudum.
Hazreti Meryem doğum sancısı çekiyordu; İsa'yı doğuracaktı. Herkes onu terk etmişti; bir çöl çalısı kadar yalnızdı. Yalnız bir çöl hayvanı kadar çaresizdi.
Sonra, çölün ortasında yalnızlığına ortak olacak bir hurma ağacı buldu. Ağaç bir seraptı sanki. Dallarını, doğacak çocuğunun sevgili kolları gibi açmıştı. "Ben bu ağaca yaslanmalıyım," dedi Meryem. Yaslandı. O ağaç, onun bütün acısını, bütün sancılarını aldı. Böylece Meryem, İsa'yı huzur içinde doğurdu.
Ertesi gün Lütfü Ustam yine sordu:
"Dert ağacı nedir?"
Ben yine cevap veremedim. Aklıma bir şeyler geldiyse de düşündüklerimi açıklamaya cesaret edemedim.O zaman Lütfü Usta takma bacağını salladı.
"Bu bacağa iyi bak," dedi. "Ne görüyorsun?"
Sustum. Çok utandım.
"Bu bir kayıp değil," dedi Lütfü Usta, "bu bir dert."
Sonra kollarını açıp farlardaki kitapları gösterdi.
"Bunlar da benim dert ağaçlarım. Başka bir deyişle tahammül ağaçlarım. İnsan, dünyaya, hakikatlere tahammül edebilmek için değişik yollar buluyor. Benimki de bu; okumak! Kimi işine sarılır, kimi paraya sarılır, kimi sevgiye, kimi de nefrete. Ben bunlara sarıldım. Bazılarına bu da kifayet etmiyor; okuduğumuz bu kitapları yazıyorlar. Âdemoğlunun dertlerine ortak olmak için, o dertlere tahammül edebilmek için yazıyorlar. Bazen ben de yazıyorum ama onlar gibi yazamıyorum. Yalnızca kendi hayatımın hakikatleri hakkında yazıyorum. Ayrıca, şu Meryem olma işini de henüz tam manasıyla çözebilmiş değilim. Okudukça derdim azalıyor mu, yoksa çoğalıyor mu; bunu bile bilmiyorum."
(HÜSNÜ ARKAN / Gülhisarlı Terziler - Sia Kitap)
***
André Maurois'nın anneannesi doksan yaşına çengel attığı vakit bile, bir gün olsun, yeni yazarları okumaktan geri kalmamıştır.
Okumak budur.
Yaşamın boyunca binlerce ton kitap devirmedinse hiçbir şey okumamış sayılırsın. Aralık aralık, yasak savmak, bir toplulukta utançlı duruma düşmemek, ya da geceleri uykuyu egavlamak için fıştıklanan kitaplar okuma sınırı içine girmez.
Uzun lafa ne gerek, okumayı seven kişi, bir kitabı bitirdi mi, bir başkasının üstüne atılmadan duramaz. Kimileri de birini bitirmeden ötekine başlar, ya da birini okurken, ona ara vererek bir başkasını mideye indirir. Şu var ki, çok çok okumadan, boyuna okumadan dünya ve dünya yazını üzerine öksürüksüz bir yargıya varmanın yolu yoktur. İngiliz romancılarından Virginia Woolf şöyle der günlüğünde:
Tanrım, okunacak ne çok kitap var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder