23 Nisan 2020 Perşembe

ÇOCUKLUK ÜLKESİNDEN





Fotoğraf: DORA MAAR


   Hepimiz oradan geldik... Çocukluk ülkesinden... Koşullar farklıydı, coğrafyamız, tarihimiz, çevremiz, düşüncelerimiz, duyarlılığımız, özlemlerimiz, düşlerimiz farklıydı. Ama başlangıçta geldiğimiz yer orası: Hayal dünyamızın sınır tanımadığı çocukluğumuz... Sonra her birimiz farklı yollara saptık, saptırıldık... Kimimiz daha çabuk, kimimiz daha yavaş unuttuk o ülkeyi. Katil olduk, bankacı ya da sayman olduk, sihirbaz, amele, politikacı olduk, bilge ya da serseri olduk... Sonra... Sonra...
   Sonra büyüdükçe özgürlüğümüz kısıtlandı. Karşılaştığımız gerçekler düş gücümüzü sınırladı. İçgüdülerimiz baskı altına alındı. 


ZEYNEP ORAL
(Cumhuriyet Gazetesi)



***



Faşizmi çocuklar da anlayabilir
Dayak yemektir serseri bir babadan
Karanlık odaya kapatılmaktır
Hakkını istemekte direttiğin zaman

Üvey ana, yarı güleç öksüze
Sabunlu eliyle tokadı yapıştırır
Henüz yaslıdır çocuk, henüz dayanıksızdır
Yıldırmaktır amaç, esir etmektir
Çocuk faşizmi yanağında tanır

Onlar niçin böyle çirkin olurlar
Bir tek güzel faşist yaşamamıştır
Anlamlı sorulardır bunlar çocuklar size
Okullar bu dersi öğretmiyorlar

Nerde bir kuvvet birikmişse haksız
Nerde bir zartzurt ya da cartcurt
Nerde elimizden kapılmışsa ekmek
Sınıfta, sokakta, evde, çarşıda
İşte çocuklar faşizm ordadır

Hepimiz elele tutuşmalıyız
Korkmadan yürümek için gecenin ötesine
Güneş nasıl olsa doğacaktır
Horozlar ötmeye başlar başlamaz



ERGİN GÜNÇE








Merhaba!

17 Nisan 2020 Cuma

"NEDEN" - 2




   

FAKİR BAYKURT


   Köy Enstitüleri  kırsal kesim için, sadece öğretmen yetiştirmedi. Aynı zamanda, üreten, araştıran, kurulu ve sömürü düzenini sürdürmek isteyen sermayeye, büyük toprak ağası ve tefeci-bezirganlara karşı savaşım veren; halkı bilinçlendiren bir "eylem insanı" yetiştirdi.
   Enstitü mezunu öğretmenlerin görevi, bulundukları köylerde öğrencileri yetiştirmekle sınırlı değildi. Yürekleri insan ve vatan sevgisiyle çarpan bu inançlı öğretmenler umutsuzluğa ve yoksulluğa karşı tek başına savaş verdikleri gibi; genç kuşakların da daha iyi bir dünyanın kurulmasına yardım etmeleri için, onlara inanç ve cesaret vermeye çalıştı.



MEHMET BAŞARAN & MAHMUT MAKAL & TALİP APAYDIN


   Çok yönlü yetişmiş, halkın her türlü sorunlarıyla yakından ilgilenen ve çözüm yolları üreten, aydın, yurtsever, devrimci ve sosyalist bir "önder" yetiştirdi. Dünyada hiçbir ülkede öğretmen yetiştiren kurumlar, Türkiye'de enstitülerde olduğu gibi, çok yönlü bir "önder" yetiştirmedi.
   Enstitülerdeki eğitim anlayışını, sosyalist ülkelerde uygulanan eğitim anlayışından ayıran tek özellik, sadece öğrencilerine ders veren öğretmen değil; kırsal kesimin ve toplumsal yapının her türlü gereksinmelerine yanıt verecek çok yönlü bir "önder" yetiştirmesidir. Böyle bir öğretmen yetiştirme sistemi, dünyanın hiçbir ülkesinde ne önce ne de şimdi yaşama geçirilmedi. (Prof. Dr. ALİ ARAYICI - BirGün Gazetesi)



***



   1951 yılı sona ererken yıkım tamamlanmış sayılırdı. 1951/52 öğretim yılında ilkokuldan sonra öğrenimlerini sürdürmek isteyen birçok köylü çocuğu düş kırıklığına uğradı. Köy enstitülerinin kurulduğu yıllarda yönetici ve öğretmenler öğrenci bulabilmek için köy köy dolaşıp ana babaların çocuklarını yollamaları için çabalar, neredeyse onlara yalvarırdı. Müdürler alabildikleri öğrenci sayısıyla övünürlerdi. Şimdi tersine dönmüştü, enstitülere başvuran çocuklar geri çevriliyordu. Köylü, çocuğunu okutmak, tüm kara çalmalara karşın köy enstitülerine vermek istiyordu.
   Köktendinciler bu eğilimi değerlendirerek, tüm o köylü çocuklarını açacakları imam hatip okullarında kendi amaçlarına göre eğiteceklerdi. Sonuçta düzeltme, reform, ıslahat gibi savlarla köy çocuklarının öğrenim olanaklarını sınırlamış, asıl amaçlarını gerçekleştirmişlerdi. 


ÖNER YAĞCI
(Büyük Oğul Efsanesi)



***



   "Kaldı ki, daha uyanık toplumlarda bile halk, kanlı devrimlerle kazandığı hakları her zaman koruyamamış, devirdiği krallardan beter zorbalara, maceracılara dizginlerini kaptırmıştır. Her yerde halk, durmadan yenilemek zorunda kalmıştır devrimlerini. Öyle olmasa çok çabuk değişirdi dünyamız, insanlık İlk Çağ'dan beri savaştığı nice düşmanlarını sırtında taşımazdı hâlâ."


SABAHATTİN EYÜBOĞLU
(Mavi ve Kara)



***



"Cumhuriyet yaralanınca, en önce çocuklar ve kadınlar kurban oluyor!"

ALİ DEVELİOĞLU
(Aydınlık Gazetesi)










Merhaba!


   

12 Nisan 2020 Pazar

ELDE VAR UMUT









   Osmanlı 1402'de Timur'a yenilir. Toprağa bağlı yaşayanların sömürüsüne dayalı imparatorluk düzeni bu yenilgiyle kontrolü elinden kaçırmıştır. Halk yoksulluğun ve adaletsizliğin pençesindedir. 
   Kazasker olan Şeyh Bedrettin âdil bir üretim ve paylaşım düzeninden yanadır. Bedrettin'i kendilerine pir sayan Börklüce Mustafa ile Türk, Yahudi, Rum, her dinden müritleri hakça bir düzen için İzmir yöresinde harekete geçerler. Düsturları ise, "Benim olan senindir." Schefer'in romanının izleği de bu felsefe üzerinde temellenir. 
   Osmanlı için on binlerin isyanını bastırmak kolay olmamıştır. İlk iki kuşatma ve saldırıda yenilen Osmanlı üçüncü saldırı için Anadolu ve Rumeli'den topladığı 180 bin kişilik ordusuyla Börklüce'yi yakalatıp çarmıha germiştir. 
  Âdil ve insanca yaşam düşünü İzmir, Karaburun, Çeşme üçgeni ve Ege'nin karşı sahillerinde hayata geçirmeye çalışan yoksul halk, ütopyası için ağır bedeller ödemiştir. Öldürücü darbenin ardından ise geriye kalan şey, iyi ve güzeli aradığı müddetçe insanda var olan umuttur. (HATİCE EROĞLU AKDOĞAN - Cumhuriyet Kitap)



***


...
Sıcaktı. 
Bedreddin halifesi mülhid Mustafa baktı,
baktı köylü Mustafa.
Baktı korkmadan
kızmadan 
gülmeden. 
Baktı dimdik
dosdoğru.
Baktı O.
En yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın:
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.

...

Mübalâğa cenk olundu.
Aydının Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tolgası tunç
saflar
pâre pâre edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.

Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini.

Yenildiler. 

...

Tarhsel, sosyal, ekonomik şartları
zarurî neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, "hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,"
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları..*

   (*) Şimdi ben bu satırları yazarken, "Vay, kafasıyla yüreğini ayırıyor; vay, tarihsel, sosyal, ekonomik şartları kafam kabul eder amma, yüreğim yine yanar, diyor. Vay, vay, Marksiste bakın..." gibi laflar edecek olan "sol" geçinen delikanlıları düşünüyorum. 
   Ve şimdi eğer böyle bir istidrad yapıyorsam (konuya açıklık getirmek - k.n.) bu o çeşit delikanlılar için değil, Marksizmi yeni okumaya başlamış, sol züppeliğinden uzak olanlar içindir.
   Bir doktorun verem bir çocuğu olsa, doktor, çocuğunun öleceğini bilse, bunu fizyolojik, biyolojik, bilmemne-lojik bir zaruret olarak kabul etse ve çocuk ölse, bu ölümün zaruretini çok iyi bilen doktor, çocuğunun arkasından bir damlacık gözyaşı dökmez mi?
  Paris Komunasının devrileceğini, bu devrilişin bütün tarihî, sosyal, ekonomik şartlarını önceden bilen Marksın yüreğinden Komunanın büyük ölüleri "bir ıstırap şarkısı" gibi geçmemişler midir? Ve Komuna öldü, yaşasın Komuna! diye bağıranların sesinde bir damla olsun acılık yok muydu?
   Marksist, "bir makina-adam", bir ROBOTA değil, etiyle, kanıyla, sinir ve kafası ve yüreğiyle tarihî, sosyal, konkre (somut - k.n.) bir insandır.




NÂZIM HİKMET
(Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı)






Merhaba!


5 Nisan 2020 Pazar

BARIŞ





HABİP AYDOĞDU & ADONİS



   Renkler ve sözcükler bir araya gelince farklı bir ritim oluşturarak şarkısını yazdı. Bunu gerçekleştirense iki önemli sanatçıydı. Biri Arapça şiirin en büyük şairlerinden Adonis ismiyle bilinen Ali Ahmet Sait Eşber, bir diğer isimse Türkiye'nin önemli ressamlarından Habip Aydoğdu. İzmir Folkart Gallery'de bir araya gelen bu iki önemli isim 'Kan Kırmızı' adında muhteşem bir buluşma gerçekleştirdi. (BURAK ABATAY / BirGün Gazetesi - 30.10.2016)

  Habip Aydoğdu: Bir şiir etkinliği vesilesiyle İzmir'de olan Adonis, Konak Pier'de sunulan karma sergide bana ait olan 3-4 resmi görüyor. Sevdiğini söyledi ve bana bir kitabını imzalayıp göndererek görüşlerini belirtti. İlk tanışmamız kitaplaşma ile oldu.
   Bir süre sonra Folkart Gallery genel direktörü Fahri Özdemir bana gelerek, 'Adonis ile böyle bir projeye var mısın?' dedi. Heyecanlandım. Adonis'ten de olumlu cevap gelince üçümüz beraber bu projede karar kıldık ve bu aşamaya geldik.
   Tabii bu aşamaya gelirken Adonis'le alakalı çok şey okudum. Şiirleri ve röportajlarda verdiği tavrı bugün dünyada yaşanan olayları değerlendirmede ve yorumlamada benim için bir fener oldu. Gördüm ki hayata çok yakın bakıyoruz. Ben Adonis'in şiirinin içerisinde resmimi bulabilir miyim diye düşünürken, o ruha, o görselliğe inandım.
  Adonis'le birlikte çalışırken böyle şiirde imge yaratışını, resimde imge peşinde koşarken çektiğim gerilimde hissettim. Ülkemizin ve yakın coğrafyamızın içinde bulunduğu koşullar, bize garip bir yangın çağını yaşatıyor. Biz bunu vurgulamak için bir araya geldik. Adonis her şeye şiir gibi bakıyor. Bendeyse her şey son noktada resme giriyor. Ama aslında resim de bir şiir, şiir de bir resim. Bir tek malzememiz farklı.

   Adonis: İlk önce ben ne yapacağımı bilmiyordum. Onun yaptığı tabloları şiir olarak yansıtacağımı düşünüyordum. Bunun için bir metin yazdım. Metnin başlığı "101 Gül" idi. Bana sürpriz olansa resim diliyle, şiir dilindeki uyumdu. Bu uyum veya tıpatıp benzerlik diyebileceğim şey, beni biraz cesaretlendirdi. Bir şiir yazıp da, resim sanatıyla beraber olmak. Ve bunu yapmaya başladık.
   Sergideyse gerçekten sıradışı bir şey var. Tablolara her baktığımda, dünyada yaşadığımız şiddeti anımsatıyor. Ki kırmızı renk de bunu ifade ediyor. Bunun ötesinde tablolara baktığım zaman kalemimi alıp bu benim şiirim diye imzalayabilirim.

  Habip Aydoğdu: Görsel sanatlarda simgeler çok önemli. Hiçbir rengin birbirinden farkı yok. Ona yüklediğimiz anlam çok önemli. Kırmızı aşkın rengi. Ama en önemlisi isyanın ve eylemin rengidir kırmızı. Siyah sadece hayatın rengiyken kırmızı isyanın rengi. Sergimizin adını da o yüzden kırmızı koyduk.

   Adonis: Kırmızı bence bir evrim noktası. Bir aşamadan başka bir aşamaya geçmek. Bir değişim. Bu da Adonis Efsanesi'nin kendisi, kanın gelinciğe dönüşümü. O dönüşüm benim için çok önemli. Kan bir şeyin başlangıcı. Adonis'in kanından çıkıp da bir gelinciğin kanı olmak çok önemli. Ölümden çıkmış ve çiçekle hayat vermiş. Kırmızının gücü buradan kaynaklanıyor. 







   Asıl adı Ali Ahmad Said Esber. Bir Arap köylüsü. Denemelerini ve şiirlerini kendi adıyla imzalayıp gönderdiği gazeteler hiç ilgilenmemiş vakti zamanında. Bir defasında reddedilen şiirlerinden birini "Adonis" diye imzalayıp göndermiş, basmışlar. O da bu ismi kullanmaya karar vermiş o günden sonra. "Şair" tanımlaması eksik kalır Adonis'i tarif etmek için. Düşünen, üreten bir bilge. Vatan dediğimiz şey toprak parçasından çok üzerinde boy vermiş şairlerden ibarettir ya bazen; o da öyle. Adonis dediğimiz aslında dile gelmiş Suriye. (ORHAN GÖKDEMİR - soL Haber)



***



Barış

çölün yalnızlığında ilerleyen yüzlere
ot ve ateş giyinmiş Doğu'ya

denizin yıkadığı toprağa
ve onun sevdasına barış

yağmurlarını verdi bana baş döndürücü çıplaklığın
kendini bana adıyor yıldırım
benim bağrımda olgunlaştı zaman
bak işte Doğu'nun parıltısı kanım
su çeker gibi çek beni ve yok ol
yitir beni yankısı ve şimşeği var oylukların
su çeker gibi çek beni gövdemle örtün
nirengidir ateşim ve yıldızdır
yön yaramdır benim
heceliyorum
bir yıldızı heceliyorum resmini çiziyorum
kaçaktır yurdumda yurdum
heceliyorum onun çizdiği yıldızı
yenik günlerinin ayak izlerinde

ey sözün külü
gecende bir çocuğu daha var mı tarihimin?


ADONİS






Merhaba!