(ZEYNEP ORAL / Anadolu'da Bir Devrimci Prenses - İnkılâp Kitabevi)
Bu, gerçek bir öykü. Yaşanmış bir öykü. Yaşadığımız hiçbir şey gökten zembille inmiyor. Her şey, içinde yaşadığımız politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel gerçekliğin, olguların, birikimlerin bir sonucu. Prenses Cristina'nın yaşadığı dönemde (1808-1871), 19. yüzyılda Avrupa'nın özellikle İtalya'nın tarihi; İtalya'nın krallıklara bölündüğü, kâh Avusturya kâh Fransa'nın çıkar ilişkileri, egemenliği altında olduğunu; en ufak bir direnişe izin verilmediği ve bağımsızlık mücadelesi bilinmezse, prensesimizin hiçbir düşüncesine, hiçbir eylemine akıl erdiremeyiz.
(...)
Prenses Cristina yaptıklarının hiçbirini, kimseye herhangi bir mesaj vermek için yapmıyor. Başka türlü davranamadığı için yapıyor.
Hayatı bir mesaj: Kendinizi yetiştirin, okuyun, öğrenin, yardım edin, özgür, bağımsız bir hayat düşleyin, kadınların gücüne inanın diyor. İnandığınız doğrular yoluna mücadele etmekten korkmayın diyor. Yazılı bir mesaja 2021 yılında (Ölümünün 150. yılı - k.n.) Milano'da dikilen heykelinde rastlıyoruz: Heykeltıraş Giuseppe Bergomi onu, kaidenin üzerinde yükselen bir divana oturtmuş. Bir elinde kitaplar bir elinde günlükleri...
Kaidenin arka yüzünde onun kaleminden çıkmış şu sözler yazılı:
"Geleceğin onurlu kadınları,
geçmişte kadınların yaşadıkları acıları, aşağılanmaları, mücadeleyi düşünsünler
ve onların asla tatmadıkları,
olsa olsa ancak düşleyebildikleri güzel günlerin yollarını onlar için açanları,
minnetle, şükranla ansınlar."
Cristina Trivulzio di Belgiojoso, 1866
* İlk sürgün hayatı Paris'te, ondan sonra İstanbul ve Anadolu... Bu tercihleri, neden nasıl yapıyor?
Sürgüne yollanmıyor, tutuklanacağını öğrendiği an ülkesinden kaçıyor. İlk kaçışı Paris'e... Avusturya İmparatorluğu tüm mal varlığına el koyuyor. Hayatında ilk kez çalışmak zorunda kalıyor. İlk yıllar çok zor, sabahlara kadar çeviri yapıp, dikiş dikip, ders verip geçinmeye çalışıyor; son yıllarında ise yüksek sosyeteye ve sanat çevrelerine giriyor.
Fransız şair Alfred de Musset, Alman şair Heinrich Heine ona aşıklar... Franz Liszt, Chopin, George Sand, Rossini ve Vincenzo Bellini dostları... Balzac, Chateaubriand ve Madame Récamier gibi ünlüler çevresinde...
Bir gazeteciye göre o sıralar Paris'in yüksek sosyetesi ikiye ayrılıyor: Prenses Cristina'ya hayran olanlar ve ondan nefret edenler...
Af çıkınca ülkesine dönüyor. Ancak uslu durmuyor. Direniş hareketine, sokak isyanlarına katılıyor. Ve üstelik artık annedir... Tam yeniden tutuklanacağını öğrenince kızını ve kızının mürebbiyesini katığı gibi önüne çıkan ilk gemiye binip kaçıyor. Gemi Malta'ya kadar gidiyormuş.. Elbet Paris salonları ve Roma sokak savaşlarında sonra küçük Malta Adası, Cristina'ya çok sıkıcı geliyor.
Bu arada Osmanlı İmparatorluğu tüm göçmenlere kucak açmış durumda... Malta'dan bindiği ikinci bir gemi onu İstanbul'a getiriyor. Ancak Saray çevresini hiç ama hiç benimsemiyor.
Toprağa yakın, ona Lombardia'yı anımsatacak kırsal alanda bir çiftlik kurmak üzere arayışa giriyor...
Ve... Karabük, Safranbolu... Çakmakoğlu Çiftliği'ni alıyor... Amacı kızına ve kendine hem üretken hem huzurlu bir hayat sağlamak...
Yöre halkı ilk andan onu bağrına basıyor. Çünkü kapısı herkese açık. Çünkü Roma'da hastaneler kurmuş, hemşirelik yapmış, hemşireleri Florence Nightingale'den önce örgütlemiş, tıp bilgisi olan bir kadın.
İlk zamanlar "Osmanlı'ya sığınan Frenk kadın" diye görüyorlar köylüler onu ama kısa zamanda tüm yörenin "iyileştiricisi" oluyor.
Bütün hastalara bakıyor, her gün evinin önünde hasta kuyrukları oluşuyor. Kimseyi geri çevirmiyor. Ona gelemeyen hastaların evine o gidiyor. Çocuklara okuma yazma öğretiyor, hijyen dersi veriyor. Bütün kadınların dert ortağı, neredeyse suç ortağı oluyor... Ve köylüler onu "bizden biri" ya da "hepimizin annesi" diye benimsiyor...
(ZEYNEP ORAL - Söyleşi: GAMZE AKDEMİR / Cumhuriyet Kitap)
Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder