CEMAL SÜREYA
(Karikatür: SEMİH POROY)
1991 tarihli bir yazıda (Özdemir İnce - Tabula Rasa, İmge Kitabevi) şöyle soruluyor: "Cemal Süreya neyi biliyordu?" Divan ve Halk Şiiri'ni biliyordu örneğin. Kendi şiirini kurarken önceki biçimleri reddetmemiş, onlardan faydalanmayı bilmişti. Maliye müfettişi idi; matematik, iktisat, ekonomi bilirdi. Geçinmek için devlet dairesinde kullandığı bu bilgilerin, şiir yazarken Marksist olanlarını rehber edinirdi. Coğrafya bilirdi. Çok sevdiği ülkesini, hani derler ya, avcunun içi gibi, işte öyle. Sosyal bilimler ve felsefe bilgisi onun yazdığı her üründe kendini belirgin olarak gösterirdi.
Tarihe, mitolojiye, efsanelere özel bir ilgisi vardı. Bugünkülerin yaptığı gibi mistik havuzlarda yüzerek ruhunu dünyadan ve dünyevi olandan arındırmak için değil; geçmişin masallarını ders alınacak meseller biçimiyle aktarmak "kendine bir insan edinmek" için.
(Cemal Süreya) "en önemlisi, dünyaya bakmasını ve görmesini biliyordu." "Cemal Süreya böyleydi işte, gözleri görmekle doymazdı, kulakları işitmekle dolmazdı." Dünyaya bakmasını ve görmesini bilmek... Bu cümleler onun şiirde başardığı şeyin tam ifadesine yaklaşmıştı ama ne yazık ki ayan beyan bir gerçeğin üzerinden atlamak, yazıyı idealist bir çözümlemenin içine çekecekti: "Cebinizde yeni yazılmış bir şiirle karşı kaldırımdan geçin, Cemal Süreya bu şiiri duyumsar. Cemal Süreya'nın şiirsel anten ve radarları metafizik düzeyde duyarlıydı, bir şiir medyumuydu."
Cemal Süreya'nın dünyaya sosyalizmin penceresinden baktığını söylemekten çekinildiği anda, onun şiiri üzerinde idealist / metafizik bir çözümlemeye yönelmekten başka bir yol kalmaz. Cemal Süreya'nın otuz birinci ölüm yıl dönümünde daha yüksek sesle söylemeliyiz ki; o bir Sosyalistti, o Marksist bir aydındı. Kurduğu sıra dışı şiir dilinde, şeyleri birbiriyle ilişkilendirirken diyalektik materyalizmin yöntemlerini kullanırdı. Evet, nesnelliğe gerçeklikten ziyade romantik bir tutumla yaklaşırdı. Fakat biraz eşelemeye başlayınca, onun Marksist yöntemi şiirinde yeni bir biçimde uygulayarak yarattığı her imgenin, işçi sınıfı safında "izdüşümler" bıraktığı görülecektir. Başka bir ifadeyle, Cemal Süreya'nın şiiri burjuva romantizmine değil işçi sınıfının temsil ettiği "iyiye ve güzele" içkindir.
Otuz bir yıl sonra Cemal Süreya'yı bir kez daha selamlarken, Özdemir İnce'den öz-biçim-dil arasındaki ilişkiye dair şairin Marksist özünü son derece isabetli tarif eden şu tanımı paylaşalım: "Evrenin ve nesnelerin dilini insanların diline çevirmek ve insanların dilini daha çok insanlaştırmak. Cemal Süreya, insanların arasında kendi lehçesiyle konuşuyordu ve insanlar onu anlıyordu."
Ne vakit genç bir şairden bahsetseler: "Şiire hayatını koymuş mu?" diye sorarmış. Bu sorunun "devrimci şaire" yöneldiğini hiç unutmayacağız. (AYŞE ŞULE SÜZÜK - soL Haber)
***
Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk
Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş
Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel
Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder