TALİP APAYDIN
Apaydın'ın babası, başkalarının tarlalarında ortakçılık yapan, okuması yazması bile olmayan bir çeltik-pirinç üreticisi, yani bütün yıl ailesiyle birlikte çalışıyor, ekiyor-biçiyor, çıkan ürünün yarısı toprak sahibinin yarısı kendisinin. Yaşamları zor, yoksunluklar içindeler. Öğretmen olabilmesi bile hayal olan Apaydın, nasıl oldu da çok sevilen, tanınan bir yazar olabildi? Bu bir mucize miydi, şans mıydı? Talip Apaydın olmanın gizemi neydi? Bu sorunun yanıtı, Köy Enstitüleri'nde verilen eğitimde ve yoksul bir köy çocuğuna bu olanağı sağlayan eğitim politikasında gizlidir. (FEYZİYE ÖZBERK - Aydınlık Gazetesi)
Annem Aliye Esma Atay, 1940 yılında Beykoz'un Dereseki köyünden Arifiye Köy Enstitüsü'ne (Adapazarı) yol tuttu. O günden sonra artık o, "Cumhuriyet'in kızı" idi. Ömrü boyunca da bunun hem gururu hem sorumluluğu ile yaşadı.
Çocukluktan başlayarak hayal kırıklıkları, duygusal ve ruhsal ciddi sarsıntılarla geçen hayatında Arifiye Köy Enstitüsü anneme yeni bir "aile" olmuştur aslında. Cumhuriyeti "baba", Arifiye'yi "anne" bildi o!..
Köy Enstitüleri annemin hayatına değmiş, onun hayatının akışını değiştirmiş, makus talihini yenmesini sağlamıştır da tabii esas amaç, bunu bütünüyle toplum ölçeğinde yapmaktı. Bir "çiftçi imparatorluğu"ndan geriye kalan bitkin ve çaresiz insanları çağdaş bir ulus-devlete ümitle bağlı yurttaşlar kılma yolunda iddialı, idealist, en önemlisi "romantik" bir hamledir bu. Çünkü Cumhuriyet'in acelesi vardır! Batı'da yüzlerce yıla yayılan ekonomik, teknolojik, demografik, düşünsel, kültürel, dinsel ve siyasal dönüşümler birkaç on yıla sığdırılmak istenmektedir. Öyle ki köylülüğün Batı'da yaklaşık 200 yıla yayılan kentlileşme, burjuvalaşma (ve tabii proleterleşme) macerasını bekleyecek vakit yoktur. Köylüyü köyde dönüştürme yolunda ve köyün kendi çocukları (Köy Enstitülüler) marifetiyle bir proje hayata geçirilmiştir. Tabii bir yandan da kırsal-feodal toplumsal düzenin yerel hâkim güçlerine karşı "içeriden" bir kitlesel seferberlik için bilinç inşasına dönük bir motivasyon da vardır. (TAYFUN ATAY - Cumhuriyet Gazetesi)
"Köy Enstitüleri kendisinden beklenen sonuçları sağlamış mıdır?" sorusuna ise yine bu bağlamda yanıt verirsek tek sözcükle: Hayır, diyebiliriz. Çünkü Köy Enstitüleriyle, toprak reformu ve köyün aydınlanması amacı birlikte düşünülmüştü. Ancak II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye'de muktedirlerin "batıyı" tercih etmesi ve Marşal "Yardımı"nı almak için, karşılık olarak istenen;
- Toprak reformunda vazgeçilmesi,
- Köy Enstitülerinin kapatılması,
- Demir yolu ulaşımının geri plana itilmesi,
- Planlı kalkınmadan vazgeçilmesi
koşullarını kabul etmesi, bu okulların da kaderini belirlemiştir. (MUSTAFA DEMİR/Eğitimciler Derneği Genel Başkanı - soL Haber)
"Başardım, çünkü beni Köy Enstitüleri mezunları yetiştirdi."
Prof. Dr. AZİZ SANCAR
(2015 Nobel Kimya Ödülü)
Köy Enstitülerinde, insanoğlunun erdeminin ve yaratıcılığının, elleriyle beyni arasında kurabileceği uyumla doğru orantılı olduğu gerçeğine uygun biçimde yetişiyordu yeni insan. Eğitimin gerçek ereği, halk kaynağını harekete geçirmek, üstündeki karanlık perdeyi, yetişen çocukların eliyle kendisinin yırtıp atmasını sağlamaktır. Böyle eğitim kurumu, böyle yetişmiş insan istenmiyor. Bu yüzden de Atatürk'ün Türkiyesi eğitimsiz, işsiz, yönsüz-yöntemsiz, idealsiz insanları, din tüccarlarının ülkesi oldu. Öğretmen yetiştirmekten bile korkuyoruz. Dünyasal, çağcıl, bilimsel ve laik bir eğitim uygulamasına geçemeden, düşünen, konuşan, ülke sorunlarının çözümü için didinen insanı yetiştirmeden ve de bu insanlardan yana davranacak yöneticilere kavuşmadan hiçbir yere varamayız. Geriye geriye giderek gericiliğin çıkmazına girdik. Köy Enstitüleri uygulamasının günümüz koşullarına göre işletilmesi bir seçenek olabilir.
MAHMUT MAKAL
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder