23 Kasım 2014 Pazar

ANADOLU TÜRKÜLERİ




ÜMİT KAFTANCIOĞLU

   "Şunca yaşamın  içinde ölüm için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde olup ta ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığını ve yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzülürüm. Ve üzüntümün ağır yanı burasıdır.
   Ölümümde eşim, çocuklarım en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konser dinlesinler. Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü, deniz...

   O insana şaşarım, binbir meyve yüklü o ağacın altında yere düşmüş sararmış bir yaprağa üzülsün."


   Yukarıdaki satırlar Ümit Kaftancıoğlu'nun katledildiğinin hemen ertesi günü 12 Nisan 1980'de radyodan yayınlanan, daha önceden kaydedilmiş kendi sesinden, ölümle ilgili düşünceleridir.





   Asıl adı Garip Tatar olan Ümit Kaftancıoğlu, 1935 yılında Ardahan'ın Hanak ilçesinin Saskara (Koyunpınarı) köyünde doğar. Halk aşıklarının dizinin dibinde destan, masal, efsane, türkü dinleyerek büyür. İlkokuldan sonra zorluklarla kaydolduğu Cılavuz Köy Enstitüsü'nü başarıyla bitirir. Mardin'in Derik ilçesine öğretmen olarak atanır. Mardin'de kaldığı üç yılda ağalık düzenini ve halkın sefaletini yakından görür.1961 yılında Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü'nün Edebiyat Bölümü'nü bitirir. Bir süre Türkçe öğretmenliği yapan Kaftancıoğlu türlü soruşturmalardan sonra öğretmenlikten uzaklaştırılır.1974 yılında TRT'nin açtığı sınavı kazanarak İstanbul Radyosu'nda "Av Bizim Avlak Bizim" ve "Dilden Dile"  gibi programlarla halk kültürünü ve halkın sıkıntılarını mikrofona taşır.


   "Gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilinde olduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü edebiyatını yazıya geçirecek, değerlendirecek olanlar da halk çocuklarıdır" diyen Kaftancıoğlu, Anadolu'yu gezerek derlemelerle halkın sözlü edebiyatını ve halk türkülerini yazıya döker. Derlemeleri arasında "Evreşe Yolları Dar" ve "Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar" türküleri de yer almaktadır.









   Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU


   Eyüboğlu kardeşler eserlerinde, özellikle türkülerin kültür taşıyıcılığı üzerinde durmuşlardır. Sabahattin Eyüboğlu denemelerinde yeni Türk şairinin folklordan faydalanması gerektiğini vurgular. Bedri Rahmi'de düzyazılarında ağabeyinin görüşlerine katılır ve şiirlerinde bunu uygular. Anadolu'nun taşının, toprağının, rüzgarının, dilinin ve insanının tadını taşıyan müzikle şiirin ancak türkülerde birbirini beslediğini vurgularlar. Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, sanatın her alanında kalıcılığı ve sürekliliği sağlamak için, özellikle resim ve müzikte halk kültüründen faydanılması gerektiğini savunur.


   Yukarıdaki ve aşağıdaki satırlar Bedri Rahmi'nin öğrencisi, güzel insan, değerli sanatçı  ressam Muzaffer Akyol'un Aydınlık Gazetesi'nde yayınlanan, Adviye Bal'a verdiği röportajdan bir bölümdür. Her cümlesi ile beni sarstı. Bugüne kadar derinden  hissettiğim ama böylesine dillendiremediğim düşüncelerim işte karşımdaydı. "Halkın sanatçısı" halkın dili olmuştu. Beni çok etkileyen bu güzel yazıyı paylaşmak istedim ki duyanlar çoğalsın:





MUZAFFER AKYOL



   Bedri Rahmi "Şairim şiir yazarım, şiirin hasını ayak seslerinden tanırım. Ne zaman bir Anadolu türküsü duysam şairliğimden utanırım" diyebilecek kadar tevazu ve hoşgörü içindedir. Anadolu'nun bu zenginliği Bedri Rahmi'yi anasından yeniden doğurmuştur. Onu bir bebek yapmıştır. Bedri Rahmi şu an hemen arkamda. Bundan büyük keyif alıp "aferin be reis! Beni anlamışsın" dediğini duyar gibiyim. Anadolu aydınlanma düşüncesinin mimarlarından biridir Bedri Rahmi. Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi ve Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir. Bu dörtlü, Anadolu topraklarının aydınlanması, zenginleşmesi, ufkunun açılması adına çok şey yapmıştır. Hem sanatsal, hem felsefi, hem düşünsel alanda. Bunlar bizim olmazsa olmazlarımızdır. Anadolu öyle mümbit, öyle zengin, öyle tanımsız renklerle dolu ki bunun sırrına vardığın an dünyanın en güzel rengini, en güzel biçimini, en güzel şiirini, en güzel masalını, en güzel hikayesini ve en güzel bestesini yaparsın yeter ki ıskalama. Iskaladığın her şey seninle gelecek olanı köreltir ve ileride seni yokluğa çeker. Iskaladığın her şey bu ülkenin adına fukaralığa giden yolun kapılarını açar. Bu fukaralığın kapısının dehlizi karanlıktır. Orada rengi hiç göremezsin. Hayatı orada zehir zemberek yaşarsın. Sanatın bu evrensel, bu şiirsel, bu üstün gücü Anadolu topraklarına şırınga edilmiştir. Burada bizi besleyecek her türlü zenginliği bulmak ve onunla bütünleşmek mümkündür. Şanslıyım Anadoluluyum. Şanslıyım çok değerli hocalarım oldu. Aslında buna şans da demiyorum ben. Bedelini ödemediğin güzelliği yaşayamazsın, kolayca elinden alırlar. Seni başı kabak, yalın ayak, yalnız, yapayalnız bırakırlar. Bedelini ödediğin her şey canın kadar, çocuğun kadar, namusun kadar, bayrağın kadar sana aittir. Onu savunur, onu korur, onunla yücelirsin. Hasan Hüseyin, "Yasaktaki güzelliği bilirim" diyor. Biz yasaktaki güzelliği bulmak için yollara düştük. Bir derviş edasıyla yollardayız. Bu yasaklara aşık birer halk ozanıyız. Biz halkız. Ben, beni var eden değerlerin savunucusu ve savaşçısıyım. Benim hikayem böyle başlar. Bu hikayenin ileriye dönük görüntülerini bizden sonrakiler yaşayıp görecek. İyi şeyler yapalım çocuklar. Güzel şeyler yapalım. Saçlarımızı güzel tarayalım. Güzel elbiseler giyelim. Güzel çiçekler koklayalım çocuklar. Aynaya bakalım. Önce kendimizi sevelim, sevilip çoğalalım, varolup büyüyelim.    




   


Merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder