26 Aralık 2021 Pazar

TÜRKÜ YAKANLAR

 

"Ben şiir yazmazdım / Açlığın / Sapsarı resmini görmeseydim / Çocukların gözlerinde"

Akmayan çeşmelerin şairiyim, akan damların

Acıları benim acılarımdır

Sabahçı kahvelerinde uyuyan adamların

Varsınlar görmesinler

Görmesinler mısralarımda bağıran devleri

Dergiler

Gazeteler

Yayınevleri

(MUAMMER HACIOĞLU)


***


   "Ben saf halk çocuklarının nasıl sömürüldüklerini gördüm. Yurdunu seven bir insan, yazar olarak; yurdumun kalkınmasının gerekleri üzerine düşündüm, yazdıklarımla eyleme katıldım. Karınca kararınca tabii... Hikâyelerimde, romanlarımda şunları belirttim: Halkım sömürülüyor, eziliyor. Bu koşulların ortadan kaldırılması gerekiyor..."

ORHAN KEMAL


***


   Türküleri yakanlar, insanlık tarihi boyunca kendilerine erişebilip de bağrımıza basma talihini ve sorumluluğunu taşıdığımız tüm yaratıcılardır!

   Bir eylem olarak yapıtın yaratılma süreci, adlı adınca, "türkü yakmak"tır. Yaratanı da, çok yüce bir kavram ile, "sanatçı"dır.

   Böyle bakınca kavramın ufkunu genişletmek gerekiyor. Hangi alanda olursa olsun ortaya konan yapıtlar, türlerine göre ayrı ayrı kümelense de tümünün ortak yanı, yaratılmış olmasıdır. 

   Kavramı genişletirken beni etkileyen ve esin kaynağım; bir kalıp olarak benimsediğim ve savunduğum, zamanla özlü deyişler arasına girmiş, tarihsel bir sözdür:

   "Türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür!"

   Bu söz, MÖ. 6. yüzyılda Ege'de yaşamış ve düşün dünyasına damgasını vurmuş matematikçi ve şair Thales'indir.

AZİME KORKMAZGİL

(Söyleşi: GÖKHAN UFUK KORKMAZGİL - Cumhuriyet Kitap)




Merhaba!

19 Aralık 2021 Pazar

AYDINLAR VE EMEKÇİLER

 



   Doğan Avcıoğlu Kemalist gelenekten gelen ve geleneğine gururla bağlı olan bir aydındı. Bununla beraber, Paris'te öğrenim gördüğü yıllarda Marksizmle de tanışmıştı. Toplumsal yapıda ve bu yapıdaki ilişkilerden doğan sınıf egemenliği ilişkilerinde Kemalist devrimin Marksizmden yararlanılarak daha devrimci bir çizgiye taşınması gerektiğine inanmıştı. Ona göre Kemalizm ancak sosyalizm aşısıyla yoluna devam edebilirdi. 
   Doğan Avcıoğlu, başyapıtı Türkiye'nin Düzeni 'nde özünde şöyle bir tarihsel hikâye anlatmıştı:
   Türkiye'de geri kalmışlığın sonuçlarına, geri sınıfların tahakkümü altındaki emekçi sınıflardan bir itiraz ya da isyan gelmiyordu. Bu sınıflar, geleneksel ve dinsel ideolojilerin etkisi altında tevekküle dayalı bir hayat sürüyorlardı. Geriliğe isyan, ancak düşün ve eylem düzeyinde toplumun en ileri ve zinde kuvvetlerini temsil eden vatansever, milliyetçi, ihtilalci ya da devrimci aydınlardan gelebiliyordu. Fakat bu aydınlar geleceğini savundukları vatanı kurtarmak, bağımsızlaştırmak ve kalkındırmak için emekçi sınıflarla birleşemiyordu. Çünkü emperyalizm ve onunla işbirliği halindeki hâkim sınıflar "milliyetçi-devrimci" aydınlar ile emekçi kitleler arasına bir "demir perde" çekmişti. Bu demir perdenin özünde halkı tevekküle, lakaytlığa, kaderciliğe ve şükürcülüğe razı edecek düşünce, davranış ve tutum alma biçimlerini koşullandıracak dinsel, kültürel ve ideolojik mayalar vardı. 
  Milliyetçi-devrimci aydınlar genel olarak bu demir perdeyi yaratan düzene değil, onun yarattığı görünümlere odaklandıkları için köklü ve kalıcı çözümler geliştiremiyor, alternatifler üretemiyorlardı. Siyasi iktidarı kontrol ettikleri tarihsel uğraklarda ise halkı kazanarak düzeni değiştirmeye koyulmak yerine, yüzeysel reformlarla yetiniyorlar ve hâkim sınıflarla uzlaşmaya girerek zevahiri kurtarmaya koyuluyorlardı. Bu düzeltimler de genellikle halkın geleneksel değerleriyle bağdaşamadığı için halktan iyice kopuyorlar ve nihayetinde iktidarın kontrolünü yeniden tutucu güçlere kaptırıyorlardı. Ufukları kurulu düzen değişmeksizin toplumun değişemeyeceğini görmeye yetmeyen milliyetçi-devrimci aydınlar, atılıma kalktıkları her tarihsel uğrakta ışık geçirmez demir perdeye çarpıp düşüyorlar, sonra tekrar doğruluyorlar atılımlarına tekrar başlıyorlar ve yine kapkara demir perdeye çarpıyorlar, yine yıkılıyorlardı. Hikâye böyle devam edip gidiyordu. 
  Türkiye'nin Düzeni 'nin anlattığı hikâye kısaca buydu. Ancak o, sadece geçmişin hikâyesini anlatmakla yetinmiyordu. Gerilikten kurtulmanın, bağımsızlığı kazanmanın yolunu da tarif ediyordu. Bu yol, düzeni değiştirecek devrimci bir iktidarın kazanılmasından geçiyordu. Gelgelelim devrimci bir iktidarın kurulu düzeni yıkıp yeni bir düzen inşa etmesi emekçi halka dayanmadan mümkün değildi. Bu yüzden devrimin eşgüdümlü olarak yürütmesi gereken dört görevi vardı: İktidarı almak, onu mevcut düzeni çözmeye sevk etmek, halkı kazanmak ve yeni bir düzen kurmak. Türkiye'nin Düzeni 'ndeki çözümlemeye göre, kalkınma bir düzen değişikliği sorunuydu, düzen değişikliği iktidar sorunuydu, iktidar sorunu devrim sorunuydu, devrim sorunu da emekçi halkı kazanma sorunuydu. Doğan Avcıoğlu'nun öngördüğü yeni düzen ise kapitalizmi aşmayı ve sosyalizme açılmayı hedefleyen bir düzendi. (GÖKHAN ATILGAN - Cumhuriyet Gazetesi)   


***


   "(...) kültürel yabancılık; yani metodu -'diyalektik uygulamayı'- ulusallaştıramamak; sosyalist aydınlarla işçi sınıfını bir araya getiremiyor. İşin tuhafı, hareket noktası 'üretim gücü' yani işçiler olacağına, bizde aydınlar oluyor, onlar da ilericilikle Batıcılığı karıştırıp durduklarından, işçilerin güvenine sahip değil! Sonuç: Halkla aydın arasındaki uçurum, sosyalizmle halk arasındaki uçuruma dönüşüyor."


ATTİLÂ İLHAN


***


   "Şap-şap kalabalık aydınları sevmeye yanaşmıyor. Sadece kendisi gibi düşünen, daha doğrusu düşünmeyen kaşmerdikozlara kucak açıyor. Gelgelelim aydınlar da birbirlerinin arasını çomaklıyor. Topunda da yürek, yürek değil, Haymana ovası." 


SALÂH BİRSEL
(Aynalar Günlüğü)






Merhaba!

12 Aralık 2021 Pazar

BİR ÖYKÜYDÜM SADECE

 


Edremit'in Tahtakuşlar köyünde sağdıcım,

Zeytin ağaçlarından denize doğru rüzgârlanan

Dargın bakışlarınızı uykularıma çizerek

Zamanı böldüğüm dağ yollarında,

Gerçeği kendi yüreğinde kanayan

Çaresiz bir yolcuyum, oraya doğru

Bir öyküydüm,

Gözlerinizde yazıla yazıla.


(...)


Bir vuruşta dağları devirip yol açan

Edremit'in Tahtakuşlar köyünde sağdıcım.

Bir öyküydüm, sadece...

Bir kahve sohbetinde söyleye söyleye

Kendi dudaklarında kanayan.



   Şükran Kurdakul şairliğinin yanında çok önemli bir edebiyat tarihçisiydi. Daha da mühimi önemli bir yazar örgütleyicisi. Vefasızlık her yanı alabildiğine kuşattığından yazınımıza hizmet eden bir kuşak çarçabuk silindi. Mustafa Nihat Özon, Raif Mutluay, Tahir Alangu gibi isimler unutulanlar mezarlığına gömüldü bir kere daha. O izleği kendi dünya görüşünde biçimlendirerek sürdüren bir edebiyat emekçisiydi Kurdakul.



   Ayvalık'ın tozlu yolları... Çamlık'a bir an önce varmak için sabırsızlanıyoruz. Yanımızdan hızla bir dolmuş geçiyor. İçinde siyah yemenili Yörük kadınları. Bir zeytin ağacının altında mola veriyoruz. Çok değil on dakika sonra Ege'nin heybetine kuşbakışı tahta bir masadan bakacağız. Şükran Amca "Ehlikeyfin keyfini ne tazeler?" diye soracak; onu kıkır kıkır, "Taze elden, taze pişmiş, taze kahve tazeler," diye yanıtlayacağım. Sonra beyaz bir kâğıt çıkartıp, söylediklerini yazacağım. 

  Şükran Amca'nın pazartesi günleri Cumhuriyet gazetesinde yazı günü. Ona asistanlık etme sorumluluğunu üstleneceğim. Yazı biter bitmez motora atlayacağız. Ver elini Cunda... Rakı, adabey balığı, kabak çiçeği dolması.

  Şimdi düşünüyorum da, kışın bir an önce bitmesini, yazın bir ipekböceği gibi kozasından sıyrılıp hemencecik gelmesini beklerdim. Gelsin de soluğu teyzemin yazlığında alayım diye. Teyzemin yazlığıyla Şükran Amca'nın yazlığı arasındaki mesafe yok denecek kadar az. Koşarak değil uçarak giderdim yanına.    

  Toplumsal sorumluluk karşısında özgür bir birey olmadı Şükran Amca. Daha açık söylersem, hayatını toplumsal sorumluluklardan koparmadan biçimlendirmeyi başardı. Bunu günümüz insanlarının sıkça başvurduğu süslü sunumlarla değil, içeriden, derinden bir kaynak suyu gibi ilerleyerek yaptı.

   Şükran Amca... Üniversite yıllarım boyunca düzenli olarak her ay harçlık yollayan... Ayvalık'ta bol yıldızlı bir gece... Rüzgâr esiyor, içim ürperiyor. Bir balıkçı ötede palamarı çözüyor. Kediler ısrarla balıkçıyı bekliyor.

   "Hey... Sait Faik'in kedileri bunlar..."

   Rakı kadehi elimde... Gülüşüyoruz.

   "İlerde yaz bunları..."

   "Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem ama ben çok yaşamam Şükran Amca."

   "Hadi oradan köftehor..."

   

   O benim gecemin en güzel, en parlak yıldızı artık. Zor zamanlarımda uzaktan el sallıyor. (EREN AYSAN - BirGün Gazetesi)





Merhaba!   

5 Aralık 2021 Pazar

ELLERİN İMECESİ



Resim: SÜLEYMAN KARAKUL




   Varsayalım, tablolar, desenler bırakmamış geriye. İmzasını taşıyan bir yazı, bir çeviri, bir şiir de. Sinemaya, belgesele de hiç bulaşmamış olsun. Heykel yontmuşluğu da yok, varsayalım. Ne Paris'te yaşasın, ne Picasso'yla, ne Chagall'la, Eisenstein'la, isimler uzar gider, dadacılarla, sürrealistlerle tanışıklığı, sosyalistlerle saf tutmuşluğu, Nâzım'la ahbaplığı olsun. Bunlar olmadan, bir Abidin Dino olur mu? Bana kalırsa, olur. Tarih ne der, bilemem.
   Bir tek sözcüğü yaygın dolaşıma sokmuşlukla, gün ışığına çıkarmışlıkla bile, Abidin Dino, kütüğe işlenmeyi hak eder: İmece. Bir dünya görüşünü beş harfe sığdıran, üreten halkın, Anadolu'nun yarattığı muhteşem sözcük. Ortaklaşmak, ortaklaşa, ortak, hep birlikte kotarılan iş, başkalarına fayda verme esasına dayanan çalışma, gönüllü yardım, dayanışma, karşılıksız emek payı... Tek bir kelimenin karşılığı, hüküm süren sisteme reddiyeyi ve alternatifini böylesine içerebilir mi?
   Genç Cumhuriyet'in aydınlar ve sanatçılar eliyle topluma uzanmaya çalıştığı bir programın parçası olarak, 1939'da Balıkesir'deydi Abidin Dino. Ressamlar da bir grup olarak, önceden saptanmış yörelere gönderilmiş, hem oraları resmetmiş, hem de bölge halkını, gelenek ve göreneklerini, yemeklerini, bitkisini böceğini incelemiş, özellikle de o yörede kullanılan sözcükleri derlemişlerdi. Bu derleme çalışmaları bir merkezde toplanıyor, gazetelerde dergilerde yayınlanarak, dilin zenginleşmesine katkı olabilecek öneriler listesine dönüştürülüyordu. Abidin Dino'ya da Balıkesir ve çevresi düşmüştü, "D Grubu ressamları"nı temsilen. 
  "Algıda seçicilik" diye bir şey vardı ki, içerdiği anlam nedeniyle çarpa çarpa "imece" çarpmıştı Abidin Dino'nun kulağına. 


   Abidin Dino'nun resimleri, desenleri, heykelleri arasında, eller ayrı bir yerde durur. Emeğin sembolü el. İş görmenin. İnsan olmanın. O ellerin kavuşması, parmakların kenetlenmesi, bizi yine başa götürür belki: İmece. Elbirliğiyle kurulan, onarılan dünya. (ASAF GÜVEN AKSEL - soL Haber)



 

Açınca kuş yuvası
Sıkınca yumruk olur
Kelebeği incitmez
Demir döven elimiz

(MEHMET BARIŞ)







Merhaba!