26 Şubat 2017 Pazar

EDEBİYATIN ÇINARI - YAŞAR KEMAL




   Yaşar Kemal, İnce Memed'i uzun süre aklında kurgulamıştı. Artık oturup yazması gerekiyordu. Marmara Denizi'nin buz tuttuğu bir kışta, üç ayda romanı bitirip Cumhuriyet Gazetesi'nin yayın yönetmeni Cevat Fehmi Başkut'a verir. On beş gün sonra da romanı okudunuz mu? diye sorar Cevat Fehmi'ye:
  - Yarıya kadar okudum.
  - Doğru değil okuduğunuz...
  - Neden doğru değilmiş?
  - Efendim o romana başlamış olsaydınız, bitirmeden bırakmazdınız.
  - Seni şımarık seni! Kendini ne sanıyorsun, daha ilk romanın.
   Bir ay sonra Cevat Fehmi, Yaşar'ı odasına çağırır:
 - Haklıymışsın, önceki gece romanına başladım ve bu sabah bitirdim. Elimden bırakamadım. (NURTEN AKSOY- BirGün Gazetesi)





Dağın öte yüzü güneşe
Bakıyormuş çocuklar.
De hadi davranın,
Güneşle sohbetimiz var,
Geç kalmayalım...

YAŞAR KEMAL










Merhaba!

19 Şubat 2017 Pazar

İNSAN YÜREĞİ




beni bir şarkı doğursun isterdim
ama bir ağıdın çocuğuyum ben


MEHTAP MERAL









Yurdum! insanın yurdu, yüreğin ve canın
Kahramanca ölmenin, yaşamanın
Düğünün ve hüznün, orucun ve bayramın
Yurdum! şarabın yurdu ve haramın
Irmakların, çorak toprağın, kanın ve baharın
Ağıdın ve şarkının, türkünün yurdu
Bir üzüm salkımı senin türkülerin
Hep uzayan bir asmanın en yüksek dalında
Susatan ve susuzluğu yine kendi gideren
Bir üzüm salkımıdır, şırası
Yüreği durultur, sevdayı koyultur
Yurdum! işte bunlardadır, bunlardır sana
Yarının mayası o haklı gurur
Ve koynunda bir hançer saklı yurdum
Koynunda senin
Bir hançer
Ay karanlığında
Usulla sokulur
O güzelim salkımı asmasından ayırmaya.


SEYYİT NEZİR









   "Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Develer çölde üç hafta aç susuz yemeden içmeden yol alabilirler. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparıp çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan tadı ile dikenin tadı devenin çok hoşuna gider. Yedikçe kanar, kanadıkça yer. Eğer engel olunmazsa deve kan kaybından ölür. Bunun adı haresedir. Bütün Ortadoğu'nun adeti budur oğlum. Tarih boyunca birbirlerini öldürür ama kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kan tadından sarhoş olur."


ZÜLFÜ LİVANELİ
(Huzursuzluk)










"İnsan yüreği iyiyle kötünün savaş alanıdır!"


AHMET ÜMİT










"Kalbinizde yeşil bir ağaç bulundurun, belki şarkı söyleyen bir kuş gelir konar"

(Çin atasözü)










Merhaba!





12 Şubat 2017 Pazar

AŞKA DAİR - 5




Azla avunmaya alıştık
Ne yapalım paramız yoksa
Şarabımız bitince yağmura çıkarız
Kim güzelleşmiyor öpüşünce.


AHMET OKTAY









Aşk hesapsız, kitapsız yaşanır.
 Âşık olan güzeldi çirkindi, dosttu düşmandı, zengindi fakirdi diye bakar mı?
 Bakmaz. 
Bakarsa zaten o aşk değildir.

DEMET ALTINYELEKLİOĞLU
(Gülüm)










Sen bir kamış kadar narinsin
Öyle ince ki parmakların
Okşasan kırılır
Öpülsen halsiz düşersin
Sen sabahlar kadar tazesin
Pembesin, beyazsın, yeşilsin
Tarlalarda bulutların gölgesi gibi
Güzelsin.

Söğüt ağaçlarının altında
Akan mavi dereler vardır
Akşam rüzgârlarıyla güneş savrulur
Sen de öylesin
Kiraz ağaçları ağzında meyve verir
Karpuz kessem içini görürüm
Hiçbir çiçeğe benzemeyen kokular duysam
Özleminden ölürüm.


CAHİT KÜLEBİ




   9 Ocak 1917 yılında doğan Cahit Külebi önce liselerde yazın öğretmenliği yaptı. Antalya Lisesi'nde öğrencisi Sami Karaören ile sonradan arkadaş da olmuştur. Cumhuriyet Gazetesi'nde 32 yıl yazı işleri müdürlüğü yapan Sami Karaören ile Cahit Külebi bu dönemde öğretmen - öğrenci ilişkisini çok aşan sıcak bir dostluk kurdular.
   Külebi yıllarca Türk Dil Kurumu (TDK) Genel Yazmanlığı görevinde bulundu. Sami Karaören de TDK yönetim kurulu üyesidir. Külebi - Karaören dostluğu bu aşamada iyice güçlenir. Külebi, kendisi gibi öğretmen olan Süheyla Hanım'la evli... Ankara'da TDK toplantılarının birisinde Külebi, Karaören'e, "Süheyla ile biraz tartıştım, eve birlikte gidelim" der. Kapıdan girildiğinde Süheyla Hanım koltuğunda arkası kapıya dönük oturmaktadır. Külebi seslenir: "Süheyla, bak sana kimi getirdim." Süheyla Hanımdan hiç ses yok. "Süheyla, bak sana kimi getirdim." Yine ses yok. Bu kez, "Süheyla, bak sana Sami'yi getirdim" deyince, bu kez kararlı ve sevecen bir yanıt gelir: "Sami kalsın, sen git!" (EROL ERTUĞRUL - Aydınlık Gazetesi)








Aşkın ipliği ile dikilen dikiş,
 mahşere kadar sökülmez imiş.

ÂŞIK SEYRANİ










Merhaba!

5 Şubat 2017 Pazar

EMEĞİNE SAHİP ÇIK




Eli emekli olanın ağzı yemekli olur.



(Resim: İBRAHİM BALABAN)



   Bugün tüketilen ürünlerin büyük bölümü israf edilmektedir. Kapitalizmin teşvik ettiği gösterişçi tüketim, birçok ürünün tükenmeden çöpe atılmasına yol açmaktadır. Üretimin kapitalistlerin kârını artırmak için değil de insanların ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yapıldığı bir düzende bugün üretilenden daha az bir üretimle insanların daha iyi bir yaşam sürmesi sağlanabilecektir. Böylece doğanın bize sunduğu kaynaklar da israf edilmemiş olacaktır. (YILDIRIM KOÇ - Aydınlık Gazetesi)







   Zengin daha da zenginleşirken fakir daha da fakirleşerek yaşamaya devam ediyor. İngiliz yardım kuruluşu Oxfam' ın 2016 raporuna göre dünyanın en zengin yüzde 1' lik kesiminin serveti, geri kalan yüzde 99' luk kesimin servetinin toplamına eşit...  Dünyanın en yoksul yüzde 50' sinin nüfusu 2010 ile 2015 yılları arasında 400 milyon artmasına rağmen serveti yüzde 41 oranında azaldı. Dünyanın en zengin 62 kişisinin serveti ise 500 milyar dolardan 176 trilyon dolara yükseldi. Bunun ne anlama geldiğinin özeti ise şu: Dünyada gelir dağılımı eşitsiz ve hiç de adil şekilde dağılmıyor. Yüzde 1' lik o kesim için, devasa servetleri edinmiş o insanlar için çalışıyor, üretiyor, yaşıyor gibiyiz. Sanki onlar servetlerine servet katsın diye bir ömrü dünyanın geri kalanı tüketiyor gibiyiz. (SELİN AVAZYAN - Aydınlık Kitap)












   Ekonomik bağımlılık politik bağımlılığı doğurur. Bir çok endüstri kolları, madenler, ticaret ve kimi zaman tarım işletmeleri yabancıların ve yabancı şirketlerin ellerine düşer. Yabancılar kendi çıkarları açısından yönetirler bu işletmeleri ve her yıl büyük kârlar götürürler kendi ülkelerine. Endüstrinin güçsüzlüğü az gelişmiş toplumun dışarıya işlenmemiş mal gönderen ve dışarıdan işlenmiş mal ve makine alan bir ülke durumuna sokar. Kendi gereksinmesini kendi karşılayamayan toplumda üretim tüketimi bir türlü yakalayamaz. Ticaret ve ödeme dengelerindeki açıklar artar. Bu açıklar gelişmiş ülkelerin yardımıyla kapatılmaya çalışılır. Oysa gelişmiş toplum yardım adı altında gelişmemiş toplumu sömürmeye bakar. Bir kısır döngüdür bu, içinden kolay çıkılmaz.



OKTAY RİFAT
(Bir Kadının Penceresinden)








Bu demir Divriği Dağları'ndan
Ben söktüm ulan ben söktüm
Bu namlu Divriği demirinden
Ben döktüm ulan ben döktüm


HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL











Merhaba!